Yukarı Çık




152   Önceki Bölüm 

           
Çeviri: Animeci_Reyiz

Bölüm 1: Go Kitabı

Rüzgâr her geçen gün daha da soğuyordu. Maomao, fazladan bir battaniyenin altına girerek uyumaya başlamıştı.

Ancak şu anda uyumuyordu. Yatakhane girişine yığılmış, üzerinde Maomao’ya yazan gerçek bir kitap dağına ağzı açık şekilde bakıyordu.

“Bunlar ne? Yani, kitap oldukları belli de…” Yao odasından çıkarken böyle dedi. Neyse ki zehirlenme krizinden toparlanmayı başarmıştı. Eski hâline dönmesi biraz zaman almıştı ama birkaç güne işe yeniden başlayacaktı.

Maomao’nun yanına geldi. Güzel yüzü artık sarılıkla kaplanmıştı. Zehir, karaciğerini ve böbreklerini ciddi şekilde yıpratmıştı; muhtemelen hayatının geri kalanında alkol ve tuzu tamamen bırakması gerekecekti. Ayrıca cildi için uygun yiyecekler de bulmaları lazımdı.

“Bunların hepsi aynı kitap,” diye belirtti En’en. Yao nerede olsa doğal olarak En’en de oradaydı. Akşam yemeği için aldığı malzemelerle dolu bir torba taşıyordu—son günlerde Yao’nun sarılığını hafifletecek ilaçları ve yiyecekleri delicesine toplamaya başlamıştı. Bu Maomao’nun işini kolaylaştırıyordu. “Go hakkında bir şey bu. Üzerinde Kan Lakan yazıyor.”

Bu, o tuhaf stratejistin işiydi. Sorunlu insanlarla takılmanın başına bela açmaktan başka sonuç vermeyeceğini Maomao biliyordu ama bilmekle beladan uzak durmak bambaşka şeylerdi.

“Ben ona burada böyle şeyler istemediğimizi söyledim ama laf dinletemedim. Bir de sana bir mektup verdi,” dedi yatakhaneyi işleten orta yaşlı kadın.

Mektubu Maomao’ya uzattı. Mektup, son derece süslü ve dolaylı ifadelerle kaleme alınmıştı; yazı güzeldi ama düz dile çevrildiğinde anlamı şuydu: Go hakkında bir sürü kopya bastırdım. Sana da birkaç tane vereyim dedim. Belli ki bunu bir astına zorla yazdırmıştı. Zavallı adam.

“Peki biz bunlarla ne yapacağız?” diye sordu Yao. Kitap yığını o kadar yüksekti ki, yaslanmasına bile yetiyordu. Kitap dediğin değerli bir eşyaydı—tek bir tanesi bir aylık yemek parasına denk gelebilirdi. Ama burada koca bir yığın duruyordu. Basma kitap oldukları için el yazması nüshalardan biraz daha ucuz sayılırlardı fakat bu kadar çok üretmek yine de hafife alınacak bir iş değildi. Maomao, stratejistin evlatlık oğlu Lahan’ın harcanan para yüzünden nefes nefese kalışını gözünün önüne getirdi. Eh, bu onun problemi değildi.

“Bunları yakalım,” dedi Maomao, dümdüz. Ama sonra fikrini değiştirdi. “Hayır… Bu hoş olmaz.” Kitapların suçu değildi sonuçta; kötü yazarıydı.

Kitaplardan birini karıştırdı ve şaşırtıcı derecede iyi hazırlandığını gördü. İçinde Go oyunlarının kayıtları, tahta düzenlerini gösteren diyagramlar ve durumun önemli özelliklerini açıklayan notlar vardı. Yeni başlayanların anlayamayacağı kadar detaylıydı ama deneyimli oyuncuların ilgisini çekecek türdendi. Hatta Go oynayan alacalı kedilerin olduğu bir çizim bile vardı, fakat Maomao bu kısmı görmezden gelmeyi tercih etti.

En’en, kitaba açık bir ilgiyle göz ucuyla bakıyordu.

“Bakmak ister misin?” diye sordu Maomao.

“İsterim!”

Maomao ona bir kopya uzattı ve En’en sayfaları çevirmeye başladı; gözleri pırıl pırıldı. Demek Yao’nun dışında da ilgilendiği şeyler varmış, diye düşündü Maomao (gerçi takdir edeceği şeyler her zaman tuhaftı).

“İlginç görünüyor mu?” diye sordu.

“Evet, kesinlikle! Bunu saygıdeğer stratejistimizin yazdığı belli—çok iyi hazırlanmış. İlk yarı çoğunlukla joseki ağırlıklı oyunlardan oluşuyor, ikinci yarı ise daha alışılmadık hamleleri gösteriyor.”

Maomao’nun “abla”ları ona Go ve Shogi’nin temel kurallarını öğretmişti ama En’en’in söylediği şeylerin çoğunu takip edemiyordu. Bunun yerine şöyle dedi: “Bir tane ister misin?”

“Eğer teklif ediyorsan tabii ki isterim. Ama satmaya çalışıyorsan, bir gümüşe kadar ödeyebilirim. Hem içerik çok iyi hem de kâğıt ve baskı kalitesi harika.”

“Bir gümüş mü?” Maomao kitap dağlarına baktı. Bu kadar değerli olduklarını bilmiyordu.

“Yalnızca bir gümüş? Bu kadar ucuza bırakması gerektiğini mi düşünüyorsun?” dedi Yao, kitabın yapısını incelerken. Zengin bir aileden geldiği için “ucuz” kavramı halkla pek uyuşmuyordu. Bir gümüş, rahatlıkla iki haftalık yemek parasına denk gelirdi.

“Daha fazlasını da alabilir, kabul ediyorum,” dedi En’en. “Ama ben dost indirimi bekliyordum.”

Meslektaş indirimi değil—dost indirimi. Yani biz şimdi arkadaş mıyız? Eğer En’en, Maomao’yu arkadaş olarak görüyorsa, ona aynı şekilde karşılık vermemek kaba olurdu. Öyleyse En’en onun arkadaşıydı. Maomao, En’en’in kitap için biçtiği değere güvenebileceğini hissediyordu (Yao’nun gerçeklikten kopuk fiyat algısına değil). En’en kitapların bir gümüş ettiğini söylüyorsa, muhtemelen ediyordu. Yine de bunların seri üretime gireceği anlaşılıyordu, belki bu yüzden fiyatı biraz daha düşük tutmak mantıklı olabilirdi.

“En’en, sen ve Maomao arkadaş mısınız?” Yao ikisine de dikkatle bakıyordu. “Peki ben ne oluyorum?”

“Sen benim değerli ve vazgeçilmez genç hanımımsın!” dedi En’en, göğsünü yumruklayarak ve genişçe gülerek.

Bunun duymak istediği şey olduğunu sanmıyorum, diye düşündü Maomao. “Genç hanımın” yüzü bir anda asıldı. Girişteki sandalyeye oturdu, bacak bacak üstüne attı ve suratını astı.

“Ee?” dedi En’en, şaşkına dönerek.

“Kitabı alabilirsin, En’en. Ama Go’yu seven birilerini tanıyorsan, onlara biraz duyurur musun?”

“Go oynayanlar mı arıyorsun? Evet, birkaç kişi biliyorum. Hekimler, izin günlerinde Go oynamayı çok sever.”

Ah, işte bu faydalı bir bilgiydi. Maomao, kitaplara bakarken yüzüne küçük bir gülümseme yerleşti. Cebime biraz para girerse, değerli ilaçlar alabilirim. Shaoh’un Tapınak Rahibesi’yle birlikte batıdan gelen pek çok eşya başkente gelmişti. En egzotik olanları şehrin en varlıklı sakinleri kapacaktı ama geriye kalanlar kısa süre sonra çarşılara düşecekti. Elbette orada bile ucuz olmayacaklardı—ama zaten para bunun için vardı.

“Bu Go oyuncularının kim olduğunu bana söyleyebilir misin?” diye sordu Maomao. En’en buna karşılık çantasından bir gümüş sikke çıkardı.

“Al,” dedi. “Ödeme.”

“Ben sana vereceğimi söylemiştim.”

“Ödemekten memnunum. Ama karşılığında...” En’en, kitap yığınına anlamlı bir bakış attı. “Beni de işe ortak et.” Sikkesiyle hafifçe işaret etti.

Akıllı olduğunu biliyordum. Maomao, onu anladığını gösteren bir bakış attı. O anda arkalarından gelen patırtıyı duydular. Yao ayaklarını yere vuruyordu. Böylesine ince terbiye görmüş genç hanımların yapmaması gereken bir hareketti ama Yao özellikle dikkat çekmek için uğraşıyordu.

“G-genç hanım, öyle yapmayın lütfen!” dedi En’en hemen; Yao’nun tam da duymak istediği tepki buydu.

“En’en! Akşam yemeği hâlâ hazır değil mi?” diye çıkıştı Yao, ikisine de ters bir bakış fırlatarak.

“A-ah! Özür dilerim. Hemen bir şey hazırlıyorum!” diyen En’en hızla mutfağa koştu. Maomao, Yao’ya bakarken onun ne kadar sevimli olduğunu düşündü. Elini kitapların üzerinden geçirdi. Şimdilik hepsini odasına taşımaya karar verdi. Bir süre odanın biraz sıkışık olması kaçınılmazdı.

“Maomao,” dedi Yao.

“Evet?” Maomao arkasına döndü; elinde birkaç kitap vardı bile.

“Yarın boş musun?”

“Bir bakıma öyle. Ama bir bakıma da yarın işim var sayılır.”

Üçünün de—Maomao, Yao ve En’en’in—ertesi gün izin günüydü. Maomao dilediğini yapabilirdi—genelev bölgesindeki eczacının dükkânına uğramak ya da şehirde dolaşıp ilginç ilaçlar satan biri çıkmış mı diye bakınmak gibi.

“İkisinden biri olmak zorunda!” dedi Yao.

“O hâlde meşgulüm,” dedi Maomao.

“Boşsun! Öyle olduğunu biliyorum!” Yao, Maomao’nun omuzlarından tuttu ve onu salladı. Genç hanım bazen gerçekten inatçı olabiliyordu.

Maomao başını salladı. “Yarın yapmak istediğin bir şey mi var?”

Yao cevap olarak elini yanağına götürdü ve sarılığın oluşturduğu lekelerden birine dokundu. “Biraz ilaç alışverişi yapmak istiyorum. En’en’den daha çok şey bildiğini düşündüm.”

Anladım. Yao on beş yaşındaydı—genç kızların dış görünümleri konusunda endişe etmeye başladıkları bir yaş.

“Hazır çıkmışken biraz makyaj malzemesi de almak ister misin?” dedi Maomao. En iyi saray fahişelerine hizmet veren bir yer biliyordu. Şımarık bir müşteri onlara vurduğunda, yaralarını gizlemek için oraya giderlerdi. O dükkân en kötü morlukları bile ustaca saklamayı bilirdi. Yao’nun işe dönerken mümkün olan en iyi hâlde görünmek isteyeceğinden emindi.

“Makyaj mı?” Yao, Maomao’ya dikkatle baktı. Burnunun çevresini inceliyordu. “Bu çilleri yüzüne neden çiziyorsun, peki?” Aynı yurtta yaşadıkları için Maomao’nun çillerinin sahte olduğunu çoktan fark etmişti.

“Ah, bilirsin işte,” dedi Maomao. Bir ara bırakmaya karar vermişti ama Jinshi-sama ona devam etmesini emretmişti. Nedenini açıklamak ise sıkıntılıydı. Jinshi’yi işin içine katmak riskliydi. Sonunda, “Dinsel nedenler,” dedi. Ayrıntıya girmemek için en güvenli yol buydu.

Ama Yao pes etmedi. “Yani... bir eczacı tanrısını mı simgeliyor falan?”

“Hayır. Daha çok... bir tür tılsım diyelim. Boyumun uzaması için.”

“Hımm. Tamam.” Yao’nun daha fazla boya ihtiyacı yoktu, bu yüzden böyle bir tılsım onun için tamamen gereksizdi. Maomao, onun konuyu çabuk bırakmasına sevindi.

“Maomao...” Tam o sırada En’en, akşam yemeğinin yan yemeğini taşıyarak içeri girdi. Maomao’ya, Lütfen genç hanıma yalan söyleme, diyen çok açık bir bakış atıyordu.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

152   Önceki Bölüm