Yukarı Çık




35.2   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   88 

           
Çeviri: Typhoon

Akşama doğru, Jinshi olağandışı bir hikâyeyle yanına geldi. “Rahatsız ettiğim için özür dilerim,“ diye başladı ki, bu bile başlı başına şaşırtıcıydı. Normalde Maomao’ya her an ne kadar sıkıntı çıkardığı umurunda bile olmazdı. Ancak bu giriş, Maomao’nun ilgisini uyandırmıştı.

Anlaşılan mesele, Jinshi’nin bir tanıdığının tanıdığıyla ilgili bir anlaşmazlıktı. Neredeyse, tam olmasa da, bir aile kavgası sayılabilecek bir şey. Bir zanaatkâr, en önemli sırlarını -ki aynı zamanda oğulları olan- çıraklarına aktarmadan ölmüştü. Bu sırlar arasında hiçbir yabancıya açıklanmamış bir teknik de vardı.

“Yani tek yapmamız gereken, bu demirci ustasının en gizli sanatını çözmek. Öyle mi?“ dedi Maomao.

“Vay canına, öyle deyince kulağa çok basit geliyor! Şunu söylemeliyim ki, alışılmadık derecede istekli görünüyorsun.“

“Öyle miyim?“ diye sordu Maomao, gözlerini kaçırarak.

Jinshi’nin anlattıkları şöyleydi: Demirci ustasının üç çırağı vardı, hepsi onun öz oğluydu ve her biri kendi başına saygın birer zanaatkârdı. Babalarının saraydan özel bir siparişi vardı ve onun ölümüyle, oğullarından birinin yerini alabileceği konuşuluyordu. Baba, her bir çocuğu için bir miras bırakan bir vasiyetname yazmıştı.

En büyük oğul küçük bir atölye, ortanca oğul babasının süslediği bir mobilya parçası, en küçük oğul ise bir akvaryum almıştı.

Vasiyette bir de şifreli bir öneri vardı: Keşke çocuklarım, eskiden olduğu gibi oturup birlikte çay içseydiniz.

“Ne kadar ilginç bir son vasiyet,“ diye yorum yaptı Maomao. Bunun kelime anlamıyla mı kastedildiği, yoksa başka bir şey mi olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.

“Öyle. Görünüşe göre gençler için de bizim için olduğu kadar anlaşılmaz.“

Maomao düşünceli bir şekilde başını salladı. “İtiraf etmeliyim ki, mirasın bölüşümü pek adil görünmüyor.“ Ailenin ana evi hâlâ oğulların annesi tarafından oturulduğu için vasiyete dahil edilmemişti, ama bir çocuk atölye alırken, diğeri mobilya, üçüncüsü ise bir akvaryum aldığında, son çocuğun haksızlığa uğradığını düşünmemek zordu.

“Bu akvaryum hakkında bir şey biliyor musunuz?“

“Korkarım hayır. Ama merak ediyorsanız, onları ziyaret edebilirsiniz. Adres bende.“ Jinshi’nin ne kadar hazırlıklıymış. Bunun böyle olacağını varsaymış olmalı.

“O hâlde belki yarın bir süreliğine izinli olabilirim?“ dedi Maomao, Suiren’e üstü kapalı bir bakış atarak. Yaşlı nedime, İyi eğlenceler der gibi elini salladı, ama Maomao önümüzdeki günlerde iş yükünün her zamankinden daha da artacağından şüpheleniyordu.

Zanaatkârların evi, başkentin ana caddesinin sonunun ötesindeydi. Dükkânlarla dolu bir bölgede, avlusunda kocaman bir kestane ağacı olan etkileyici bir yerdi.

Jinshi ve Gaoshun Maomao ile değildi; onun yerine, zehirli balık davasını araştırırken kendisine eşlik eden aynı genç adam oradaydı. Adı Basen’di.

Bana pek değer vermiyor gibi, diye düşündü Maomao, ona sadece mutlak gerekli asgari konuşmayı yapışını gözlemleyerek. Bu, çekingenlikten çok aktif bir küçümseme olarak algılanıyordu. Ama Maomao, işine engel olmadığı sürece bundan son derece memnundu. Birbirleriyle arkadaş olmak onların işi değildi.

“Aileyle konuştum ve bizi ağırlamaya razılar,“ dedi Basen. “Ancak dışarıdan, soruları soran benim. Sen de benim hizmetçimsin.“

“Pekâlâ.“ Hatta daha iyi, diye düşündü Maomao: bu idealdi. Eve vardılar, Maomao itaatkâr bir şekilde Basen’in arkasından yürüdü ve kapıyı çaldıklarında aileden biri, yirmili yaşlarında sert görünümlü bir adam belirdi.

“Geleceğinizi duymuştum,“ dedi adam, kasvetli görünümüne rağmen Maomao ve Basen’i nazikçe içeri aldı. İçerisi, dışarıdan verdiği izlenimin aynısını veriyordu: derli toplu ve bakımlı. Küçük çiçek düzenlemeleri buraya oraya yerleştirilmişti. Bir duvardaki girintide sıra dışı bir nesne vardı: hafif mavimsi bir renkte parlayan metal ile süslenmiş bir kaya parçası gibi görünen bir şey.

Maomao nesneye dikkatle baktı. “Ah, o şey mi,“ dedi suratsız adam yanına gelerek. “Babam bazı malzemeleri alırken bunu satın almıştı. Her zaman... tuhaf şeylere karşı zaafı vardı.“ İlk defa, adamın yüzüne bir sevinç belirtisi girdi.

Ana evden çıktılar ve üstü kapalı bir yürüyüş yoluna devam ettiler. Maomao’nun küçük bir atölye olduğunu varsaydığı bir binanın yakınında iki adam daha buldular. Biri uzundu, biri biraz topluydu ve her ikisi de ilki kadar kasvetli görünüyordu.

“İşte sevgili ağabeylerim,“ dedi ev sahipleri. Saygılı tonundan, rehberlerinin en küçük kardeş olduğunu tahmin etti Maomao. O en azından kibar davranma nezaketine sahipti; iki kardeşi ise apaçık düşmanca bakıyordu.

Maomao ve Basen yaklaştığında, aceleyle mırıldanarak bir konuşmayı bitirdiler ve ziyaretçileri atölyeye aldılar.

Atölyenin içi hoştu, aletlerin hepsi düzgün yerlerindeydi. Adamlar Maomao ve Basen’e gerçek atölyenin ana evde olduğunu söylediler; burayı epey zamandır kullanmıyorlarmış. Artık burası eski aletlerin saklandığı ve zanaatkârların ara sıra çay içtiği bir yerdi.

“Ne tuhaf bir düzen,“ dedi Basen, odayı gözden geçirerek. Maomao sessizce katıldı. Mekânın tam ortasında bir çekmeceli dolap vardı. Orada durmanın sadece engel olacağı izlenimi veriyordu, ama yakından inceleme narin süslemeleri ortaya çıkardı. Genel şekli de Maomao’nun daha önce gördüğü hiçbir şeye tam benzemiyordu, bu da onu mobilya modasının ön saflarında gibi gösteriyordu. Neredeyse dolabı her şeyin ortasında dururken iyi gösterecek kadar uyumluydu.

Etrafına masalar kurulmuştu, tüm düzenlemeye şaşırtıcı derecede bütünlük hakimdi. Dolabın köşeleri güzelce yuvarlatılmıştı, üzerlerinde işlenmiş metal süslemeler vardı. Üç sıra çekmecenin en üstteki kısmında, orta çekmecede olduğu gibi, her biri farklı bir metal ile vurgulanmış anahtar delikleri vardı. Tombul kardeş, dolaba dikkatle bakan Maomao’nun yanına geldi ve alçak bir sesle, “Bakabilirsin, ama elini sürme,“ dedi.

Başını eğerek onayladı ve bir adım geri çekildi. Ölen zanaatkârın vasiyetinin ortanca oğula mobilya miras bıraktığını hatırladı. Bahsedilen parça bu muydu? Muhtemelen bu, onunla konuştuğu kişinin ikinci oğul olduğu anlamına gelirdi.

Varsayımı kısa sürede güçlendi: en küçük kardeş berrak ve yuvarlak bir şey tutarak geldi.

“Babamızın bize bıraktığı bu ıvır zıvırlardan gerçekten bir anlam çıkarabileceğinizi mi düşünüyorsunuz?“ diye sordu uzun adam, büyük ihtimalle en büyük oğul, Basen’e.

Basen Maomao’ya bir göz attı, o da başını salladı ve üç kardeşin olduğu yöne doğru sertçe çevirdi. Anlamını alıp almadığından emin olamadı, ama genç adamlara baktı ve sakin bir şekilde cevap verdi: “Biraz daha fazla şey duymadan söyleyemeyeceğim korkarım.“

Sonra bir sandalyeye oturdu. Maomao arkasında durdu, odaya yeniden bakma fırsatını değerlendirdi. Mimari gerçekten tuhaf, diye düşündü. Öncelikle, pencere alışılmadık bir yerdeydi. Alışılmadık derecede uzundu (belki de Batı tarzı olması gerekiyordu?), bu da odaya bol miktarda güneş ışığı girmesini sağlardı. Tek bir sorun vardı: dışarıdaki dev kestane ağacı tüm ışığı engelliyordu. Sadece yapraklarından süzülebilenler odaya ulaşıyordu, belirli bir nokta hariç.

Duvardan sarkan rafın solmuş renginden bunu anlayabiliyordu, ancak hâlâ orijinal renginde olan kare bir boşluk, çok uzun bir süre, yakın zamana kadar orada bir şey oturduğunu ele veriyordu.

Maomao odayı tararken, sıska ağabey Basen’i ağırlıyordu. “Size bilmeniz gereken her şeyi zaten anlattık,“ dedi. “Babamız en derin sırrını bize söylemeden bu dünyadan ayrıldı. Sonra da beni bu atölyeyle baş başa bıraktı.“

“Ve beni bu çekmecelerle,“ dedi ikinci oğul, dolaba vurarak gösteriş yaparak.

“Ve ben, sadece şuna sahibim.“ En küçük oğul berrak, yuvarlak şeyi uzattı. Artık onun ince camdan yapıldığını, düz bir tabanı olduğunu görebiliyorlardı. Jinshi en küçük oğlun bir akvaryum aldığını söylemişti, ama Maomao camdan yapılmış bir şey hayal etmemişti. Öncelikle ahşap, ya da en azından seramik bir şey hayal etmişti. Şimdi her bir oğlun bir değeri olan bir şey aldığını görebiliyordu. Yine de, ilk iki oğulun mirası ile üçüncüsününki arasında gözden kaçırılamaz bir eşitsizlik, ürpertici bir mesafe var gibiydi.

Burada neler oluyor? Maomao bir adamdan diğerine baktı. Her birinin ellerinde bir zanaatkâra işaret eden nasırlar vardı, ama en küçük oğulun elleri özellikle dikkatini çekti. Üzerlerinde birbiri ardına alışılmadık kırmızı kabarcıklar vardı. Yeni iyileşmeye başlayan yanıklar mı?

İkinci oğul iç çekti ve elini çekmeceli dolabın üzerinde gezdirdi. “Yaşlı adam ne düşünüyordu bilmiyorum. Bana bu dolabın tamamını bırakıyor, ama sadece bir anahtar var... ve hiçbir kilide uymuyor!“

Maomao adamın bakışını takip ederek dolabın altındaki birkaç metal bağlantıya baktı. Görünüşe göre yere sabitlenmişti. Anahtar ortadaki çekmeceye ait gibi görünüyordu, ama adam uymadığında ısrar ediyordu. Kalan üç çekmece aynı anahtarla açılıyordu - ki onların elinde olmadığı belliydi.

“Şuna bakın,“ dedi ikinci oğul sinirle, bağlantıları işaret ederek. “Bu şeyi hiçbir yere götüremiyorum. Yani ağabeyimin atölyesine sıkışmış bu şeyle ne yapmam gerekiyor?“

En büyük ağabey aynı şekilde hissettiğini söyler gibi başını salladı. Sadece en küçük kardeş emin olamıyormuş gibi görünüyordu. “Ama babam eskiden olduğu gibi çay içmemizi söyledi, değil mi?“

Diğer ikisi, sanki bu konuşmayı daha önce yapmışlar gibi ona baktılar. “Senin için kolay. Sen şanslısın. Senin mirasın cebindeki para gibi.“

“Evet, senin şansın. O şeyi rehin ver, seni uzun süre güzel güzel doyurur.“

İki büyük ağabey, uyuz bir köpeği kovmaya çalışıyor gibi konuşuyorlardı. Maomao durumu düşündü. Basen’e hafifçe dokunarak başka bir soru sorması için onu teşvik etti. O kaşlarını çattı, ama yapması gerekeni yaptı. “Müsaadenizle,“ dedi, kardeşlere dönerek, “babanızın size son mesajını tekrar anlatabilir misiniz?“

“Tıpkı çocuğun dediği gibi,“ diye cevap verdi büyük ağabeylerden biri.

“Evet, bir çay partisi yapın, tıpkı eskiden olduğu gibi. Bu ne demekse artık.“

Belki de üçünün iyi geçinmesi için bir nasihatti. Geride bırakılacak çok babacan bir tavsiye olurdu. Ama Maomao ne demek istediğinden emin olamazdı, ne de sadece üç mirası düşünerek bir yere varacaklarını sanıyordu. Tam ne yapacağını düşünürken, gençlerin annesi bir tepsiyle göründü. Oda ortasındaki uzun masaya her biri için çay fincanları koydu.

“Buyrun,“ diyerek tek kelime etti ve tekrar çıktı. Uzun masanın bir tarafında üç fincan sıralanmıştı, karşısında iki tane daha vardı, çekmeceli dolabın önündeki alan boş bırakılmıştı. İki fincan muhtemelen Maomao ve Basen içindi. Kardeşler oturdular, ama en yakınlarındaki yere değil; her biri belirli bir noktaya gitti, bu da o koltukları uzun zamandır işgal ettiklerini gösteriyordu.

Hmm, diye düşündü Maomao. Işık uzun pencereden süzülüyor, dolaba doğru uzanıyordu. Onun önündeki sandalye boştu - günün saatini düşünürsek, orada çay için oturacak biri için güneş çok parlak olurdu. Biraz daha ileride, güneş ışığı dolaba değecekti, ama ahşapta solma belirtisi yoktu. Belli ki güneş o kadar uzağa ulaşmıyordu.

Solma izleri mi? Maomao yerinden kalktı ve pencereye baktı. Dışarıdaki büyük ağaçla, ışık aslında odaya çok uzun süre düşmeyecekti. Pencere önünde durdu ve çekmeceli dolaba baktı. Kilidin konumu aklını kurcalıyordu. En üstteki üç çekmecedeki anahtar delikleri değil, sadece bir çekmecenin kilitli olduğu orta sıra.

Merakla dolaba doğru ilerledi, bu kardeşlerden şaşkın bakışlar çekti. Basen elini alnına dayadı ve aşağı baktı. Bu hareket tanıdık gelmişti; Maomao bir anda onun Gaoshun’a çok benzediğini fark etti.

Basen iç çekti ve Maomao’ya gizlemeyen bir hoşnutsuzlukla baktı. “Bir ipucu mu buldun?“

“Anahtar deliği olan o çekmece açılmıyor, değil mi?“

“Eskiden açılırdı, ama Babam onunla o kadar uğraştı ki şimdi açılmıyor,“ diye cevap verdi ikinci oğul.

“Ve sadece bir anahtar mı var?“

“İşte bu. Ve babamız bize dedi ki - sanırım artık ne kadar anlamsız şeyler söylemeyi sevdiğini biliyorsunuz - kilidi kırarsak, içindeki her neyse o da kırılır, dedi. Yani öylece parçalayamayız.“

Maomao kendini dolabın önüne konumlandırdı ve anahtar deliğini inceledi. İçeride bir şey sıkıştırılmış olduğu izlenimine kapılmıştı.

Belki de dolabın yere sabitlenmesinin de bir nedeni vardır, diye düşündü, bildiklerini zihninde çevirerek. Üç kardeşe bırakılan miraslar: atölye, dolap, kase. Açılmayan çekmece. Ve...

Maomao en küçük kardeşin akvaryumuna baktı. “Affınıza sığınarak, o kâse eskiden şu rafta mı duruyordu?“ dedi.

“E-evet, evet, duruyordu.“ Küçük kardeş pencereye doğru yürüdü, hâlâ kâsesini tutarak. Bir mendil katladı ve solmuş noktanın üzerine yerleştirdi, sonra kasenin altına koydu. “Eskiden burada bir japon balığı tutardık. Ama soğuk onu öldürürdü, bu yüzden kışın, sadece öğlen, en sıcak olduğu zaman buraya koyardık. Yıllardır japon balığımız yok ama. Bu kase sadece bir süs olarak kaldı.“ Biraz hüzünlü bir şekilde gülümsedi.

Hımmm. Maomao düzenlemeye hesaplı bir bakış attı, sonra atölyeden çıktı.

“B-Bekle, nereye gidiyorsun?“ diye sordu Basen.

“Sadece biraz su almaya,“ dedi Maomao. Kısa süre sonra geri döndü ve suyu akvaryuma döktü. “Sanırım eskiden böyle su vardı içinde, değil mi?“

“Evet, doğru. Ve yandaki desen de her zaman bize doğru bakar, böyle.“

Tahmin etmiştim, diye içinden geçirdi Maomao, kâseye tekrar bakarak. Işık pencereden giriyor ve akvaryuma vuruyordu. Oradan tek bir noktaya odaklanıyordu: çekmeceli dolaba. Özellikle, ortadaki kilide, ki güneş ışınında parıldıyordu.

“Daha da ileri giderek, bunun sizin geleneksel olarak çay içtiğiniz günün tam saati olduğunu varsayabilir miyim?“

“B-Bekle! Burada neler oluyor?“ dedi ortanca ağabey, kâse ile dolap arasına adım atarak.

“Geri çekilin!“ diye bağırdı Maomao, kastettiğinden daha şiddetli. Etkili oldu ama: iri adam aniden küçülmüş gibi göründü.

“Affedersiniz,“ dedi Maomao. “Eğer ışın gözünüze gelirse kör olabilirsiniz. Ve bu alanın boş olmasına ihtiyacım var, lütfen uzak durun. Yoksa kilit açılmayacak.“ Hem kilide hem ışığa dikkatle baktı ve bekledi.

Tam olarak ne kadar sürdüğünü kimse bilmiyordu; kimse saymıyordu. Akvaryumdan yansıyan ışık yavaş yavaş ilerliyor, kilidin etrafında dolaşıyordu. Sonunda, ışık kayboldu; kestane ağacı tarafından engellendi, diye tahmin etti Maomao. Şimdi kilidi eleştirel bir şekilde inceledi. Metale dokunduğunda sıcaktı ve tuhaf bir koku aldı.

“Bunun anlamı nedir?“ diye sordu biri, ama Maomao sadece şöyle cevap verdi: “Hiç merak etmeyin, merhum kansızlık ve mide ağrılarından mı muzdaripti?“

“Evet, öyleydi...“

“Ve belki kusma ve hâlsizlik nöbetleri gözlemlediniz?“

Üç kardeşin bu soruya karşılık birbirlerine bakış şekli, Maomao’nun doğru yolda olduğuna ikna etti. Sonra o tuhaf sanat nesnesini, kristali hatırladı.

“Metal işçiliği hakkında çok bilgili değilim, ama burada lehimleme de yapılıyor muydu?“

“Evet...“

“Pekâlâ. Lütfen çekmeceyi anahtarla açın.“

“Söyledim ya, uymuyor,“ diye homurdandı ikinci oğul, ama yine de anahtarı kilide soktu. Hiç sorunsuz girdi. Adam şaşkın, anahtarı çevirdi ve bir tıklama sesiyle ödüllendirildi.

“N-Ne oldu?“ dedi en büyük oğul, kardeşleri şaşkınlıkla izlerken. Basen bile uygun şekilde etkilenmiş görünüyordu.

“Özel bir şey yok,“ dedi Maomao. “Sadece babanızın son isteğini yerine getirdik. Hepiniz birlikte çay içtiniz, tıpkı eskiden olduğu gibi.“ Sonra çekmeceyi dolaptan çıkardı ve herkesin görebileceği masanın üzerine koydu. İçinde donuk bir parıltı yayan anahtar şeklinde bir kalıp vardı. Çarpıcı bir şekilde, hâlâ sıcak olan metal içeriyordu. Maomao metale parmağıyla dokunarak sertliğini kontrol etti. “Bunu çıkarabilir miyim?“ diye sordu.

“E-evet, tabii...“

Kardeşlerin izniyle, anahtarı kalıptan çıkardı, elinde yayılan son sıcaklığı hissederek. Dolapta denediğinde, üç çekmecenin tümündeki kilitlere düzgün bir şekilde uydu. Her birini sırayla açtı, daha fazla şaşkın bakış ve şaşkınlık ifadelerine neden oldu.

“B-Bu şeyler ne?“

Boyutları değişen çekmecelerden ilk ikisi metal ve kristale benzeyen bir şey içeriyordu. En büyük çekmecede, evin girişini süsleyen şeye benzeyen mavimsi bir taş vardı.

“Korkarım bilmiyorum. Sadece söyleneni yaptım.“ Maomao başını salladı ve üç kütleyi masanın üzerine yerleştirdi. Söyleyecek başka bir şeyi yoktu.

“Kahretsin. Birbirinize karşı dost olun, diyor! Asla! Babam sadece bize son bir şaka yapmaktan kendini alamadı!“ diye haykırdı en büyük oğul.

“Mezarına kadar gülerken ölmüştür kesin!“ dedi ikincisi.

Üçüncü adam, en küçüğü ise, üç kütleye bakarken sessizdi. Sonra dolabın çekmecelerini inceledi. Maomao tekrar ellerini gördü, yarı iyileşmiş yanıklarla. Ağabeylerinin parmaklarında hiç iz yoktu.

Çırak görür, çırak yapar, belki? diye merak etti. Şu sözleri hatırladı: Babasını ziyaret eden, kuşkusuz bir zanaatkâr havası olan biri tarafından söylenmişlerdi. Ayrıca bu tavsiyeyi ciddiye alıp, babasının getirdiği otları, onun yaptığını gördüğünü sandığı şekilde taklit ederek karıştırmaya çalıştığını - ve sonunda kendini zehirlediğini de hatırladı. Gelecekte, önce ona sormalıydı, diye ısrar etmişti babası.

Maomao, bu en küçük çocuğun, yaşlı zanaatkârın neyin peşinde olduğunu gören tek kişi olduğundan şüpheleniyordu. Lehimleme, birkaç farklı metal türünü, normalden daha düşük bir sıcaklıkta eriyecek şekilde karıştırmayı içeriyordu. Maomao olası bir kombinasyon biliyordu: kurşun ve kalay. Peki neden bunu biliyordu? Tabii ki, çünkü kurşun zehirlidir. Bir keresinde kurşunu eritirken kendini zehirleyen bir metal işçisi görmüştü. Sonra haremde popüler olan yüz beyazlatma tozu vardı: Babası ona kurşun bazlı olduğunu söylemişti.

Ya üç metal kütlesinden ikisi kurşun ve kalaysa, ve onları üçüncü kütleyle karıştırarak tamamen yeni bir metal yaratılabiliyorsa? Akvaryum ışığı odaklamıştı, doğru, ama çok uzun süre değil. Metalin erime noktası görünüşe göre çok düşüktü. Ve son olarak, belki de en önemlisi, yaşlı zanaatkâr çekmeceleri farklı boyutlarda yapmıştı, oldukça kasıtlı görünüyordu.

Daha fazla bir şey söylemesine gerek olmadığına emindi, ama eklemek istediği bir şey vardı. Yürüyüp en küçük kardeşe hitap etti. “Eğlence bölgesinde Verdigris Evi adlı bir müessese var, Luomen adında bir eczacı yaşıyor. Kayda değer başarıları olan bir şifacı. Eğer kendinizi iyi hissetmezseniz, lütfen onu ziyaret etmenizi tavsiye ederim.“

“Ah - e-evet, teşekkür ederim,“ dedi genç adam, bu istenmeyen tavsiyeye şaşırarak. Maomao yavaşça başını eğdi; en küçük kardeş kibarca veda ederken diğer ikisi tartışmaya devam ediyordu. Maomao hepsini geride bıraktı.

Basen’in yüzündeki ifadeyi fark etti; şu an da hiç memnun görünmüyordu. Belki de sınırını aştığını fark etti, ve onun arkasından yürümeye başladı. Bundan sonra ne olursa olsun, Maomao ile hiçbir ilgisi yoktu. Zeki üçüncü oğul cömertlik göstermeyi seçsin, ya da zor kazanılmış sırrı kendine saklasın, onun için hepsi aynıydı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

35.2   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   88