Güneş doğduktan sonra başlaması gereken ana senaryo, üçüncü ana senaryonun bitmesinden yalnızca 10 dakika sonra başladı.
[Dördüncü ana senaryo başlamak üzere!]
Kahretsin, üçüncü senaryonun bitmesinin üzerinden ne kadar zaman geçmişti ki…
Doğruca Lee Jihye’nin yanına gittim.
“Yoo Joonghyuk’u sen al.”
“…Sorun olmaz mı?”
“Zaten şu anda aşağı inemezsin. Uyanırsa sadece daha fazla sorun çıkar.”
Lee Jihye, Yoo Joonghyuk’a bakarak başını salladı.
“Uyandığında bana haber ver. Kafasına bir tane daha yapıştırmak istiyorum.”
Jung Heewon’la birlikte aşağı kata indim. Meteor yağmurundan sonra tamamen uyuyakalmış olan Lee Gilyoung’u taşıyordum.
Zindan ortadan kaybolup sıradan bir sinema salonuna dönüştü. Beşinci kattaki ödül odasında bulunan eşyalar da sıradan sahne dekorlarına dönüşmüştü. Sanki dün yaşanan her şey bir rüya gibiydi.
Ardından Bihyung’un sesi duyuldu.
[…Ne söyleyeceğimi biliyor musun?]
‘Evet.’
[Offf… Az daha işimden oluyordum.]
Bihyung’un homurdanmalarını dinlerken içim biraz rahatladı. Takımyıldızları güçlü olsalar da her şeyi bilen varlıklar değillerdi. Bunun nedeni senaryodaki tüm sesler ve görüntülerin ‘kanal’ aracılığıyla iletilmesiydi. Peki bu ne anlama geliyordu?
‘Düzgün filtrelendi mi? Fazla heyecanlanıp çok konuştum.’
[Elbette filtrelendi. Kanalımda bir sorun mu var sanıyorsun? O düzeydeki bilgiler otomatik olarak filtrelenir.]
Düşüncelerim doğruysa, Yoo Joonghyuk’a söylediğim sözler takımyıldızlara şu şekilde iletilmiş olacaktı:
— Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? ■■ denemendeki kararlılığını şimdiden unuttun mu?
— Nasıl yalnızsın? ■■■■■■■■’da aptal gibi ■■■, ■■■■■■ için ağladığında! Sevdiğin kadın ■■’nu ■■!
— ■■■■■■ yardım edip lanet olası ■■■ ile savaşırken! Sonunda ■■■■■’larının karşısına dikildiğinde!
Aslında ne kadar filtreleme yapıldığını bilmiyordum. Bundan fazlası olabilir ama daha azı olamazdı. Orijinal eserde Joonghyuk’un bir ‘regresör’ olduğu ortaya çıktığında, bilginin daha en başta bu şekilde engellendiğini gördüğümü hatırlıyorum.
[Takımyıldızları hiçbir şey duymadı. Merak etme. Asıl sorun, benim bile pek bir şey duymamış olmam.]
‘…Sen de mi duymadın?’
Bu biraz tuhaftı. Dokkaebi bile mi bu bilgiyi duyamamıştı?
[Evet, Duymadım. Ne hakkında konuşuyordunuz?]
Dokkaebi’nin bile bilmediği bir bilgi. Aklıma tek bir ihtimal geliyordu.
Belki de… ‘olasılık’ kısıtlamaları devreye girmeye başlamıştı? Doğal olarak aklıma Hayatta Kalma Yolları’ndan bir cümle geldi.
「 ‘Olasılık’, Yıldız Akışı’nı kontrol eden büyük bir caydırıcı güçtür. 」
…Hatırladım ama pek yardımcı olmadı. Zaten Hayatta Kalma Yolları’nı başarısız olmasının nedenlerinden biri de, yazarın bile muhtemelen tam olarak kavrayamadığı aşırı fazla detay olmasıydı.
‘Takımyıldızları arasındaki tepkiler nasıldı?’
[Çıldırmış durumdalar. Ne hakkında konuştuğunla ilgili ortalık hâlâ karışık.]
Tahmin etmiştim. Takımyıldızları filtreye maruz kalmış ve gösteri aniden pandomime dönüşmüştü. Ama akıllı olan takımyıldızları dikkat kesilmişse, İdare Bürosu’na şikâyet etmek yerine benim potansiyelime odaklanmaya başlamışlardır.
Sözlerimin filtrelenmiş olması, şu an açıklanmaması gereken bilgilere sahip olduğum anlamına geliyordu.
[Gerçeğin peşinde olan birkaç takımyıldızı sana ilgi duymaya başladı.]
[Ayrıca çok fazla mesaj vardı, bu yüzden kendi insiyatifimle bazılarını engelledim.]
‘Hep böyle yap. Bana sadece en çok jeton veren takımyıldızlardan gelen mesajları göster.’
[…Ben senin menajerin miyim?]
Bihyung’un silueti kayboldu. Nedense, zaman geçtikçe daha da sevimli hale geliyordu.
Biri bitse de, şimdi diğeri…
“Dokja-ssi, zor mu? Gilyoung’u ben taşıyayım.”
“Ah, sevinirim.”
Lee Gilyoung’u Jung Heewon’a uzattım. Yüzü biraz ciddi görünüyordu. Konuşmadan önce bir an tereddüt ettim.
“Heewon-ssi.”
“Huh?”
“Neyden endişeleniyorsun?”
“Yok, sadece…”
Jung Heewon bir an duraksadıktan sonra iç çekti.
“Hah… tamam. İçimde tutmak bana göre değil zaten.”
Gerçekten de öyleydi. Jung Heewon doğrudan konuya girdi.
“Dokja-ssi, sen kimsin gerçekten?”
“…Az önce bir şeyler mi duydun?”
“Birazcık.”
Oldukça uzakta olduğumuz için duymayacağını sanmıştım. Ne yazık ki bir şeyler duymuştu. Jung Heewon, Lee Jihye’ye göre daha yakındı ve insandan insana filtreleme mümkün değildi…
Lee Gilyoung yüksek sesle horlamaya başladı. Yarı dürüst olmaya karar verdim.
“Geleceğin bir kısmını biliyorum.”
“Gerçekten mi?”
“Evet.”
Jung Heewon bir süre bir şeyler düşündü. Söylediklerimin doğru olup olmadığını merak ediyor gibiydi. Ardından dudaklarını ısırırken kararını vermiş gibiydi.
“Yoo Sangah ve Lee Hyunsung biliyor mu?”
“Henüz bilmiyorlar.”
Ciddiyetle cevap verdim ve Jung Heewon, Lee Gilyoung’u da alarak benden biraz uzaklaştı.
“…Beni öldürmeyeceksin, değil mi?”
“Ne diyorsun sen?“
“Genelde işler böyle gelişir. Şey gibi ‘Benim hakkımda çok şey biliyorsun…’”
Bu klişe de nereden çıkmıştı? Nedense, kötü adam olarak gösterildiğimi hissettim.
“Öyle olsaydı, hepinizi çok daha önce öldürmüş olurdum.”
“Aslında bu biraz garip.”
“…Kötü niyetim yok. Hatta tam tersi.”
“Tam tersi mi?”
Jung Heewon’un gözlerinin içine bakarak konuştum.
“Gelecekteki senaryolar çok daha tehlikeli olacak. Birçok kez ölümün eşiğine geleceğiz, bizim için değerli olan şeyleri kaybetme riskimiz olacak.”
“…Ee?”
“Yani…”
Jung Heewon’un giderek daha da gerginleşen gözlerinin içine baktım ve konuştum.
“Lütfen bundan sonra benimle kal.”
“…Ne demek istiyorsun?”
“Yoldaşım olmanı istiyorum.”
Kendi takımımı oluşturmanın zamanı gelmişti. Beni kolay kolay satmayacak, ‘Güvenilir İnsanlar’dan. Uyanışına yardım ettiğim ve düşüncelerini okuyabildiğim Jung Heewon, bunun için en uygun adaydı. Jung Heewon bir an boş boş baktı.
“Dokja-ssi, beni daha önce yoldaşın olarak görmüyor muydun?”
“Aslında tam tersi. Benim seni yoldaşım olarak görmem, bunun karşılıklı olduğu anlamına gelmez.”
Jung Heewon’un gözleri titredi. Bilerek bir adım geri çekildim.
“Yoldaşım olmak istemiyorsan, bunu bir anlaşma gibi düşün. Gücüne ihtiyacım var, benim bilgilerim de sana yardımcı olacak. Al-ver meselesi. Önemli olan, gelecekte ilişkimizin değişmeyecek olması.”
“Biraz ani oldu… Şimdi cevap vermek zorunda mıyım?”
“Hayır.”
Jung Heewon gibi biri için aceleci ve duygusal bir yaklaşım yerine, ağırdan almak daha iyiydi. Aslında Jung Heewon’un yüz ifadesi hiç de kötü değildi.
[Karakter ‘Jung Heewon’, dürüstlüğün karşısında rahatladı.]
[Karakter ‘Jung Heewon’, teklifini ciddi şekilde düşünüyor.]
Belki de uzun sürmezdi.
Jung Heewon’un uyanışında büyük bir etkim olmuştu ve varlığım onun bilinçaltına derin bir şekilde kazınmıştı.
Muhtemelen bu senaryo bittiğinde, ikinci Sponsor Seçimi başlayacaktı. O zaman Jung Heewon da bir sponsor edinecekti ve asıl gücü bundan sonra ortaya çıkacaktı.
“Peki sana bir şey sorabilir miyim?”
“Evet.”
“Bildiğin gelecekte ben ne yapıyorum?”
Başımı kaldırdım. Bu filtrelenir miydi acaba?
“Ben de bilmiyorum.”
“…Ne?”
“Bildiğim gelecekte Jung Heewon yok.”
“...Huh?”
“Bu yüzden bu anlaşma Heewon‑ssi için gerçekten gerekli.”
Jung Heewon’un gözleri büyüdü. Jung Heewon, orijinal romanda yoktu. Doğrudan benim eklediğim bir değişkendi. Niteliği yeterince iyiydi ve eğer düzgün bir sponsor elde ederse, gelecekteki senaryoları değiştirmede kilit bir rol oynayabilirdi. Özellikle de benim bilmediğim ‘başka değişkenlere’ sahip insanlarla savaşmam gerekirse.
O sırada aşağıdan yüksek bir ses duyuldu.
“Bunu bir düşün. Hadi acele edelim.”
Çoğunluğun küçük bir gruba baskı yaptığı perona indik.
Durumu hemen anladım. Toprak Sahibi İttifakı, Hâlâ derslerini almamışlardı.
“O Kim Dokja denen piç nereye gitti? Çabuk söyle!”
Daha dikkatli bakınca, Toprak Sahibi İttifakı’nın Lee Hyunsung’u sıkıştırdığını gördüm. Bilerek onlara doğru yürüdüm ve yüksek sesle konuştum.
“Yoo Sangah‑ssi, Lee Hyunsung‑ssi.”
“Sen!”
4. Hattın Peronuna iner inmez ittifak üyelerinden biri bağırdı.
Tanıdık toprak sahibi bir ahjussi gördüm. Piçin vücudunda şiddetli çatışmanın izleri duruyordu. İlk bakışta, genel statlarının hızla arttığını söyleyebilirim. Bu hoşuma gitmişti işte.
“Gong Pildu.”
Gong Pildu, Silahlı Bölge’yi kullandı ve sekiz taret yükseldi. Gong Pildu’nun etrafındaki ittifak üyeleri bana baktılar. Onları kimin kurtardığının farkında değillerdi.
“Şu pislik…!”
Gong Pildu bir şey söylemek üzereyken, havada bir elektrik akımı belirdi.
[Dördüncü ana senaryo 5 dakika içinde başlayacak!]
Sistem mesajıyla birlikte Dokkaebi Bihyung ortaya çıktı.
[Hahaha, selam millet! Nasılsınız bakalım?]
Herkes şu iğrenç varlığın yüzüne bakarken donakaldı.
[Yüzlerinize bakılırsa herkes gayet iyi durumda!]
“Y-Yine ne var?”
[Dördüncü senaryo duyurusu için geldim, elbette.]
“Oh, lanet olsun…”
[Peki peki, sakin olun. Şikâyet eden ilk kişinin peşine düştüğümü bilmiyor musunuz? Dördüncü ana senaryo diğer istasyonlarla ilgili. Oldukça heyecan verici bir hikâye sizi bekliyor. Eminim memnun kalacaksınız!]
Diğer istasyonlardan söz edilince herkesin yüzü karardı.
Sadece Chungmuro başlı başına sorunluyken diğer istasyonlar da dahil olursa ne kadar bela olacağı açıktı.
Bihyung güldü.
[Bu arada, bu senaryoya devam edebilmek için önce bir ön koşulu yerine getirmeniz gerekiyor. İnsan sayısı artarsa işler karışmaz mı? Bu yüzden sizi yönlendirecek birine ihtiyacınız var. Başka bir deyişle, istasyon için bir ‘temsilci’ seçeceksiniz!]
Yere düşen Gong Pildu’nun sırtına basarak beyaz bayrağı aldım.
[Beyaz bayrağı bayrak direğinden çektin.]
[Chungmuro’nun ‘temsilcisi’ oldun.]
[‘Kral’ın Yolu’nda yürümeye hak kazandın.]
Çeviri: Sansanson Son Kontrol: Hono
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.