Anne’in arabası yolda ilerlerken, sağlı sollu uzanan buğday tarlaları gözünün önünden akıp gidiyordu. Güneş gökyüzünde iyice yükseldiğinde, Knoxberry civarının en büyük kasabası ve eyalet başkenti olan Redington’a varmıştı. Redington bir kale kentiydi; sokaklar, yuvarlak bir merkez meydandan ışınsal biçimde dışarı doğru uzanıyordu. Bir tepenin üzerinde, Redington eyaletinin yönetildiği kale yükseliyordu. Anne arabasıyla kasabanın içinden yavaşça ilerlerken, önünde bir kalabalığın toplandığını ve sokağı kapattığını fark etti. Omuz silkip arabadan indi. Sırtı kendisine dönük duran bir çiftçinin omzuna hafifçe dokundu. “Affedersiniz? Herkes ne yapıyor? Yol kapalı, arabam geçemiyor.” “Şey… İstersen geçebilirsin ama, genç hanım, oradaki manzaranın içinden geçecek kadar cesur musun?” “Hangi manzara?” Anne, çiftçinin kolunun altından bakarak herkesin neye baktığını görmeye çalıştı. Çamurlu bir alanın ortasında, sırtında bir yay, belinde bir kılıç taşıyan iri yarı bir adam duruyordu. Deri çizmeler ve hayvan postlarından yapılmış bir yelek giymişti. Bir avcıya benziyordu. “Seni küçük pislik!” diye bağırdı avcı ve yerdeki küçük bir yumruğa defalarca basmaya başladı. Çamur etrafa sıçrıyordu. Adamın ayağı her indiğinde, o yumruk acınası bir ses çıkarıyordu. Dikkatle bakınca Anne, çamurun içindeki tümseğin insan biçiminde olduğunu, ama ancak bir avuç büyüklüğünde bulunduğunu fark etti. Yüzüstü yatan bu minicik varlığın sırtında, çamura hiç bulaşmamış gibi duran zarif, yarı saydam tek bir kanat vardı. “Bu… bir peri mi?! Ne kadar zalimce!” diye fısıldadı Anne. Çiftçi başını salladı. Periler, ormanlarda ve çayırlarda yaşayan insansı varlıklardır. Şekil ve boyutları büyük farklılıklar gösterir, ama hepsinin sırtında bulunan iki yarı saydam kanat ortak özellikleridir. Özel yeteneklere sahiptirler ve pek çok işi ustalıkla yapabilirler. Anne, kraliyet ailesinin, soyluların ve şövalyelerin çeşitli amaçlarla birçok peri çalıştırdığını duymuştu. Hatta orta hâlli ailelerin bile ev işlerinde yardımcı olması için bir ya da iki perisi olabiliyordu. Jonas’ın evinde de Cathy adında, avuç içi büyüklüğünde bir peri vardı. Jonas’ın günlük ihtiyaçlarıyla ilgilenir, şeker şekerlemesi yapımına yardım ederdi. “Bu, peri avcısının işçi perilerinden biri,” dedi çiftçi sesini alçaltarak. “Kanadını geri almaya çalışıp kaçmak istemiş belli ki.” Avcının elinde incecik tek bir kanat vardı. Çamurdaki perinin sırtındaki kanatla birebir aynıydı. Perileri kontrol edebilmek için köle tacirleri kanatlarından birini koparıp saklar. Bir perinin kanatları onun yaşam gücünün kaynağıdır. Kanat vücuttan ayrılmış hâlde yaşaması mümkündür, ama o kanat zarar görürse peri zayıflar ve ölür. İnsan bedeniyle kıyaslanırsa, kanatlar bir perinin kalbi gibidir. Kalbi başkasının elinde olan bir insan nasıl korkarsa, peri de öyle korkar. Kimse, kalbini elinde tutan kişiye karşı gelemez. Bu yüzden kanatlarını çalarak perileri emirlerine boyun eğmeye zorlarlar. Ama periler köle olmak istemez. Pek çoğu, efendilerinin haberi olmadan kanatlarını geri alıp kaçmaya çalışır. “Bir peri için bile bu çok acımasızca.” “Bu peri ölecek!” Kalabalık kendi arasında mırıldandı, ama kimse kıpırdamadı. Anne, yanındaki çiftçiye ve etrafındaki adamlara baktı. “Hey, hepiniz! Böyle vicdansızlığa göz mü yumacaksınız?!” Ama insanlar korkmuş gibi gözlerini kaçırdı. Çiftçi zayıf bir sesle, “Zavallıya üzülüyorum ama o peri avcısının gözü dönüktür. Karşılık vermesinden korkuyorum… Hem, sonuçta sadece bir peri…” dedi. “‘Sadece bir peri’ ne demek?! Tereddüt edersek ölecek! Peki, ben gidiyorum!” Anne çiftçinin yanından sıyrılıp öne çıktı. “Hey! Senin yaşında bir kız oraya gitmemeli!” diye bağırdılar. “Ben çocuk değilim. On beş yaşındayım. Bu ülkede kızlar on beşinde yetişkin sayılır, değil mi? Yani yasal olarak yetişkinim. Yetişkin hâlimle bir perinin işkenceyle öldürülmesini seyretsem, ömrüm boyunca kendimden utanırdım. Bu şaka değil.” Anne boyunu doğrulttu ve hızla peri avcısına doğru yürüdü. Avcı o kadar öfkeliydi ki Anne’i fark etmedi. Çizmesinin tabanıyla periyi ezmeye devam ederken, kanadı elinde sıkıyordu. “Bak şimdi kanadına ne yapacağım!” “Kes şunu, seni küstah aptal! Dur!!” Peri küçük kollarını ve bacaklarını çırparak çamur sıçrattı, tiz ve delici bir çığlık attı. Ama peri avcısı acımasızca kanadı parmaklarının arasında sıktı. Çamurun içindeki peri bir çığlık daha kopardı. “Seni pis hırsız peri, öldüreceğim seni!” Avcı kanadı ikiye ayıracakmış gibi daha da çekti. İşte o anda Anne arkasından atıldı. Dizlerini büküp ileri atıldı. “Ah, pardon!!” Eteğinin ucu havalanırken, tek ayağıyla avcının dizinin arkasına güçlü bir tekme savurdu. Bu, Anne’in imza hareketiydi: dizin arkasına indirilen sert bir tekme. Avcı hazırlıksız yakalanmıştı; dizi hemen çözüldü ve dengesini kaybetti. Yüzüstü çamura kapaklanırken ağzı hâlâ şaşkınlıktan açıktı. Meraklı kalabalık kahkahaya boğulurken, adamın ayağının altından kurtulan peri bir anda sıçrayıp ayağa kalktı. Anne adamın başının üzerinden atladı ve hızla perinin kanadını efendisinin elinden çekip aldı. “Seni—!!” diye bağırdı avcı, çamurlu yüzünü kaldırarak. Anne çevikçe kenara sıçradı. Kurtardığı kanadı sersemlemiş hâlde duran periye uzattı. “Al. Bu senin, değil mi?” Peri irkildi ama hemen kanadını kapıp aldı. Yüzü çamur içindeydi, sadece mavi gözleri tuhaf bir ışıkla parlıyordu. Anne’e bakıp bağırdı: “Cık! Bir insana teşekkür edeceğimi sanma!!” Kanadını sıkıca göğsüne bastırarak kalabalığın ayakları arasından koştu. İnsanlar şaşkınlıkla geri çekildi. Peri son bir kez dönüp kalabalığa baktı ve rüzgâr gibi kasabanın dışına doğru kayboldu. Anne omuz silkti. “Eh, herhâlde ben de o berbat insanlardan biriyim.” Çenesinden çamurlu su damlayan peri avcısı ayağa kalkıp bağırdı: “Bunun bedelini nasıl ödeyeceksin, küçük kız?! Değerli işçi perimi kaçırttın!” Anne ona döndü. “Ama beyefendi, siz o periyi öldürmek üzereydiniz. Gitmiş olması ne fark eder?” “Ne dedin sen?!” Öfkeyle kolunu kaldırdı. Ama etraflarını saran kalabalık hemen ayağa kalktı. “Yetişkin bir adamsın, bir çocuğa mı vuracaksın?!” “Kız haklı!” “Yaptığın barbarlık!!” Avcı, kalabalığın sert tepkisi karşısında irkildi. Anne korkusuzca gözlerinin içine baktı. Adam inleyerek kolunu indirdi. “Teşekkür ederim,” dedi Anne alayla. “Bu kadar nazik biri olduğunuz için çok mutluyum. Madem bu kadar naziksiniz, bundan sonra perilere de iyi davranacağınıza eminim. Ne harika!” Tatlı tatlı gülümsedi. Avcının yüz ifadesi okunaksızdı. Ne kızgındı ne de gülümsüyordu. “Hoşça kal!” dedi Anne ve onu geride bırakıp kendisini coşkuyla öven kalabalığın arasından geçerek atına ve arabasına döndü. “Bu beni çok sinirlendiriyor,” diye homurdandı. “İnsanlar ne kadar acımasız. Sırf peri oldukları için onlara böyle davranıyorlar!” Periler insanlardan biraz farklı yaratılmıştır. Ama düşünceleri, duyguları vardır ve insan dillerini konuşabilirler. Anne onları kendisinden farklı görmüyordu. Perileri köle olarak kullanma fikri vicdanını sızlatıyordu. Bu yüzden Emma hiç peri çalıştırmamıştı. Biz perileri kullanmayız. Bu, Emma ile Anne’in inancıydı. Ve yine de— Anne’in yüzü bir anda karardı. “…Ve yine de… ben de korkunç bir şey yapmaya gidiyorum…” Atı bir kez daha kamçıladı ve araba yeniden hareket etti. Şehrin merkezine vardığında, yakınlarda oynayan birkaç çocuğa seslenip onlara para verdi. Bir süre arabasına göz kulak olmalarını istedi. Çocuklar sevinçle kabul etti. Anne arabadan inip yuvarlak meydana doğru yürüdü. Orada düzensiz biçimde kurulmuş çadırlar vardı. Hayvan yağıyla cilalanmış bezlerden yapılmışlardı; kendilerine özgü yağlı bir görünümleri vardı. Altlarında yiyecekten kumaşa, bakır aletlere kadar her türlü mal sergileniyordu. Burası, alışveriş yapanlarla dolup taşan bir pazardı. Sıcak üzüm şarabı içilen bir çadırdan yayılan ekşi-tatlı, keskin koku Anne’in burnunu gıdıkladı. Sonbahardan kışa kadar pazarın vazgeçilmeziydi bu. Anne, omuz omuza çarpışarak ilerlenen kalabalık meydanı geçip yaya trafiğinin az olduğu bir bölgeye çıktı. Bu sokak neredeyse terk edilmiş gibiydi. Dükkân çoktu ama müşteri yok denecek kadar azdı. Yakındaki bir çadıra baktı. Örgü sarmaşıklardan yapılmış kafesler, yatay bir çubuğa asılmıştı. İçlerinde, sırtlarında yalnızca tek bir yarı saydam kanat bulunan minicik periler vardı. Beş altı kafes yan yana asılıydı. İçlerindeki periler Anne’e boş bakışlarla bakıyordu. Yan çadırda ise, yavru köpek büyüklüğünde, sık tüylü üç peri vardı. Boyunlarındaki tasmalardan zincirlerle birbirlerine bağlanmışlardı. Her birinin sırtında solgun, tek bir saydam kanat sarkıyordu. Anne’e diş gösterip hırladılar. Burası peri pazarıydı. Peri avcıları, ormanlarda ve tarlalarda perileri yakalar, peri tüccarlarına satar. Tüccarlar her perinin bir kanadını koparır, uygun fiyatı belirledikten sonra esirleri peri pazarlarında satışa çıkarırdı. Kraliyet başkentine giden biri için Redington yol üstü sayılmazdı. Anne’in bu sapmayı yapmasının sebebi, kasabanın güvenilir bir peri pazarıyla tanınmasıydı. Anne çadırlardan birine yaklaşıp tüccara seslendi. “Affedersiniz, savaşçı periniz var mı?” Tüccar başını salladı. “Yok. Onlar tehlikelidir.” “Peki bu pazarda satan başka birini biliyor musunuz?” “Sadece bir yer var. Duvarın yanındaki çadırda yaşlı bir adam. Ama tavsiye etmem, genç hanım. O peri kusurlu.” “Öyle mi? Yine de bir bakacağım. Teşekkür ederim.” Anne uzaklaştı. Peri tüccarları perileri, yeteneklerine ve görünümlerine göre ayırırdı. Çoğu “işçi periler” olarak satılırdı. Özellikle güzel ya da nadir olanlar “evcil periler”di; zengin soylular için canlı süs eşyasıydılar. Özellikle saldırgan olanlar ise refakatçi ve koruma olarak kullanıldığından “savaşçı periler” olarak satılırdı. Anne, peri pazarına bir savaşçı peri satın almak için gelmişti. Redington’dan sonra Lewiston’a gidip Kraliyet Şekerleme Fuarı’na katılacaktı. Knoxberry ve Redington’un bulunduğu batı bölgesinden Lewiston’a uzanan yol, Kanlı Yol olarak biliniyordu. Etrafı ıssız doğayla çevrili, kasaba ve köy bulunmayan tehlikeli bir güzergahtı. Toprak verimsiz olduğu için açlıktan yola düşmüş haydut çeteleri ve sayısız vahşi hayvan vardı. Emma bile yolculuklarında Kanlı Yol’dan kaçınmıştı. Daha güvenli, güneyden dolanan başka bir yol vardı. Ama o yol Anne’i o yılki fuara zamanında yetiştirmezdi. Anne ne pahasına olursa olsun oraya varmak istiyordu. Sebeplerinin fazlasıyla duygusal olduğunu biliyordu; ama onlara tutunmazsa, bacaklarının altında çökeceğini hissediyordu. Bu yıl kesinlikle Gümüş Şeker Ustası olacağım. Kararımı verdim. Kararlılıkla başını kaldırdı. Kanlı Yol’dan geçmek için bir korumaya ihtiyacı vardı. Ama güvenebileceği kimseyi bulamamıştı. Geriye tek seçenek kalıyordu: bir savaşçı peri. Kanadını elinde tutan efendiye periler karşı gelemezdi; bu yüzden koruma olarak son derece güvenilirlerdi. Anne’in o yıl Gümüş Şeker Ustası olma arzusu çok büyüktü. Bunun için, perileri köleleştirmeme yönündeki inancını esnetmeye razıydı. İlk tüccarın işaret ettiği yere geldiğinde durup etrafına baktı. Hangi çadırda savaşçı perinin satıldığından emin değildi. Solundaki çadırda asılı kafeslerde avuç içi büyüklüğünde periler vardı; muhtemelen işçi perilerdi. Sağdaki çadırda ise, buğday tanesi kadar küçük, cam şişelerin içine konmuş sevimli periler bulunuyordu. Onlar işçi olamayacağına göre, oyuncak gibi satılan evcil periler olmalıydı. Ve sıranın sonunda, tam karşısında, sadece tek bir perinin satıldığı bir çadır vardı. Çadırın altına bir deri serilmişti. Peri, bir dizi bükülü hâlde derinin üstünde oturuyordu. Ayak bileklerinde zincirler vardı; yere çakılmış demir bir kazığa bağlıydılar. Peri genç bir adamı andırıyordu ve Anne’den yaklaşık iki baş daha uzundu. Siyah pantolon, çizmeler ve bol bir pelerin giymişti. Tamamen siyah olan bu kıyafetler, belli ki fiyatını artırmak için tüccar tarafından giydirilmişti. Bu hâliyle diğerlerinden ayrılıyordu. Siyah gözleri ve siyah saçları vardı. Yoğun bir varlık hissi yayıyordu. Güneş görmemiş gibi duran solgun teni, perilere özgüydü. Sırtında tek bir esnek, yarı saydam kanat vardı; derinin üzerine bir duvak gibi serilmişti. Şüphesiz güzeldi. Üzerinde inkâr edilemez bir asalet vardı. Anne, bunun pahalı bir evcil peri olacağından emindi; zengin bir soylu kadın için süs olarak yüksek bir fiyat ederdi. Koyu ve düzgün kaküllerinin altından gözlerini yere indirmişti. Öğleden sonra güneşi kirpiklerinde dans ediyordu. Sadece bakmak bile Anne’in sırtından bir ürperti geçmesine yetmişti. “Güzel” kelimesi onu anlatmaya yetmiyor… Anne uzun kirpiklerine dalmışken, peri aniden başını kaldırdı. Göz göze geldiler. Peri Anne’e doğrudan baktı. Bir an kaşlarını çattı, sanki bir şey düşünüyormuş gibiydi. Sonra aklını kurcalayan şeyi çözer gibi mırıldandı: “Seni bir yerden tanıyor gibiyim. Korkuluğa benziyorsun.” Ardından, tüm ilgisini yitirmişçesine bakışlarını ondan kaçırdı. “N…n… Ne kadar kaba! Bir kıza, üstelik güzelliğinin zirvesindeyken, böyle bir şey söylenir mi?!” Anne yumruklarını sıktı. “Seninki de pek bir şeye benzemiyor,” dedi peri umursamazca, hâlâ başka tarafa bakarak. “Ne dedin sen?!” Bu terbiyesiz periyi satan kişi yaşlı bir peri tüccarıydı; çadırın yanında pipo içiyordu. Anne’in sinirlendiğini görünce bıkkın bir sesle araya girdi. “Onu mazur görün, hanımefendi. Ağzı bozuktur. Geçen herkese laf sokar. Lütfen söylediklerini ciddiye almayın.” “Alıyorum! Bu belki beni ilgilendirmez ama, dili bu kadar sivri bir evcil periyi asla satamazsınız! Bence satıştan vazgeçip onu serbest bırakmalısınız?!” “O evcil değil, hanımefendi. Bu bir savaşçı peri.” Anne’in gözleri fal taşı gibi açıldı. Demek kendisine söylenen çadır buydu. Ama yine de inanamıyordu. “Savaşçı peri mi?! Olamaz! Görünüşüne bakılırsa evcil olarak satılması daha uygun. Daha önce savaşçı periler gördüm; dev gibiydiler, kaya parçaları kadar iriydiler.” “Bu da savaşçı, hem de nadide bir örnek. Onu yakalarken üç peri avcısı öldü.” Anne kollarını kavuşturdu, açıkça şüpheyle baktı. “Oradaki adam bu perinin kusurlu olduğunu söyledi. Siz savaşçı diyorsunuz ama, belki de sadece dili bozuk bir evcil periyi elden çıkarmaya çalışıyorsunuzdur?” “Bir peri tüccarının en önemli sermayesi itibarıdır. Yalan söylemeyiz.” Anne tekrar periye baktı. RESİM Peri bakışlarını ona geri çevirdi. Bir şeye eğlenmiş gibi, belli belirsiz bir gülümsemesi vardı. Bu, oldukça küstah bir ifadeydi. Hiç de itaatkâr bir periye benzemiyordu. Bela çıkaracak bir tipe benziyordu ama bir savaşçı olarak işe yarayacak kadar güçlü de görünmüyordu. “Bir savaşçı peri almak istiyorum ama… ondan başka yok mu?” diye sordu Anne. Tüccar başını salladı. “Pek çok kişi savaşçı periyle uğraşmaz. Aynı anda sadece bir tane tutabilirsin. Satılık olarak elimde sadece o var. Hem şunu da söyleyeyim, bu pazarda savaşçı peri satan tek kişi benim. Ama buradan altmış karon kuzeydeki Ribonpool’a gidersen, orada savaşçı peri satan bir tüccar var.” “Ribonpool’a kadar saparsam Kraliyet Şekerleme Fuarı’na zamanında yetişemem,” diye inledi Anne, başparmağının tırnağını dişleyerek. “Hey. Korkuluk,” dedi peri aniden. Anne kaşlarını çattı. “Korkuluk mu? Ben on beş yaşında, çiçekten bile canlı bir genç kızım! Benden bahsediyor olamazsın, değil mi?!” “Burada başka kimse mi var? Tereddüt etme. Beni satın al.” Anne bir an afalladı. “…Seni satın alayım mı…? Bu… bir emir miydi?” Şaşkınlık içinde peri tüccarı ellerini karnına koydu ve kahkahayı bastı. “İnanılmaz! Onun birine kendisini satın almasını söylediğini ilk kez duyuyorum. Genç hanımefendiye ilk görüşte mi âşık oldun, delikanlı? Ne dersin hanımefendi? Artık onu almaktan başka çaren yok, değil mi? Sana harika bir fiyat yapayım, sadece yüz cress. Ağzı bu kadar bozuk olmasaydı, onu evcil peri olarak satardım. Üç yüz cress istesem bile alan çıkardı.” “Elbette küfürbaz olmasaydı.” Ama tüccarın söylediği fiyat gerçekten ucuzdu. Savaşçı periler de evcil periler de pek yaygın değildi; bu yüzden yüksek fiyatlara satılırlardı. Yüz cress, bir altın sikkeye denk geliyordu. Bu fiyata bir savaşçı peri almak inanılmaz bir fırsattı. “Dinle, peri. Bana seni satın almamı söyleyecek kadar küstah olduğuna göre, bir savaşçı olarak yeteneklerine güveniyorsun, değil mi?” Anne bunu sorduğunda, perinin gözlerinden bir ışık parladı ve başını kaldırıp ona baktı. “Benden ne yapmamı istiyorsun?” “Beni koru. Buradan ayrıldıktan sonra Lewiston’a tek başıma gideceğim. Yol boyunca beni korumanı istiyorum.” Peri kendinden emin bir şekilde gülümsedi. “Çocuk oyuncağı. Üstelik istersem ekstra hizmetler de sunabilirim. Mesela bir öpücük?” “O kadar kendinden emin konuşma. Öyle ‘hizmetlere’ ihtiyacım yok. Hem ilk öpücüğümü bu kadar ucuza asla vermezdim.” “Demek çocuksun.” “Affedersin ama evet! Çocuk olduğum için özür dilerim!” Anne aslında daha ciddi, daha uysal bir savaşçı peri isterdi. Ama Ribonpool’a sapacak vakti yoktu. Kararını verdi. Başka çarem yok!! Biraz kaba olabilir ama seçici olamam. Elbisesinin cebinden küçük bir kese çıkardı, açtı ve içindeki bakır paraların arasına karışmış tek altın sikkeyi aldı. “Beyefendi, bu periyi satın alıyorum.” “Heh heh, kararını verdin demek, küçük hanım?” dedi tüccar, sararmış dişlerini göstererek gülümseyip. Anne altın parayı uzattı. Peri tüccarı parayı aldı, inceledi ve sonra boynundaki küçük deri keseyi çıkardı. “Pekâlâ, kanadı kontrol et.” Tüccar küçük deri kesenin ağzını açtı ve Anne’in avucu büyüklüğünde, katlanmış, şeffaf bir kumaş parçasını andıran bir şey çıkardı. Ucundan tutup sertçe bir kez salladı. Katlı duran kare, yavaşça açıldı. Anne’in boyu kadar uzun bir kanat gözlerinin önünde belirdi. O kadar güzeldi ki dokunmaya çekindi. Işık değiştikçe şeffaf zar gökkuşağı renklerinde parlıyordu. İnce bir kumaş gibi katlanmış olmasına rağmen üzerinde tek bir kırışıklık bile yoktu. Anne nazikçe uzanıp dokundu; ipek gibi bir dokusu vardı. Bu yumuşaklık onu ürpertti. “Bu… onun kanadı mı?” “Elbette. Bak, kanıtlayayım.” Peri tüccarı sözünü tutarcasına kanadın kenarını ve ortasını kavrayıp sertçe burdu. O anda çadırın altındaki peri inledi. Savaşçı kollarını kendine sardı, tüm bedeni kasıldı. Dişlerini sıktı. “Dur!! Anladım, yeter artık!!” Anne’in sözleri üzerine tüccar elini gevşetti. Peri güçsüzce bir elini yere koydu. Başını kaldırdığında, onu tutsak eden adama nefretle baktı. Peri tüccarı kanadı tekrar katladı, kesesine koydu ve Anne’e uzattı. “Bunu boynunda, vücuduna yakın bir yerde taşı. Ve dikkatli ol. Bu kese elinden düşerse, perinin ne yapacağını bilemezsin. Tanıdığım biri, çalıştırdığı bir savaşçı perinin kanadını geri almasına yanlışlıkla izin verdi ve öldürüldü. Savaşçı periler şiddetlidir. Bu yüzden böyle satılırlar. Kanadını geri alırsa, kaçmakla yetinmez. Büyük ihtimalle efendisini öldürür.” “Peki ya uyurken ne yapacağım? Uykumda beni öldürmez mi?” “Uyurken kanadı kıyafetlerinin altına sakla ve elinde tutarak uyu.” “Bunu yaparsam sorun olmaz mı?” “Düşünsene. Birinin kalbini sımsıkı tuttuğunu hayal et. Onu öldürdüğün anda, o kişi kalbini sıkıp ezse… Üstelik peri kanatları çok hassastır. Bu yüzden korkarlar ve düşüncesizce hareket edemezler. Senin kanatlarına zarar verme ihtimalin, perileri içgüdüsel olarak dehşete düşürür. Az önce bunun ne kadar acı verdiğini gördün, değil mi?” Anne onun ne kadar acı çektiğini görmüştü ve kendisine el kaldırabileceğinden şüpheliydi. Yine de bir periyi korku ve acıyla kontrol etme fikrinden hoşlanmıyordu. “Özellikle buna dikkat et. Şimdiye kadar onu satmaya çalıştığım her seferde, o güzel ağzından akla hayale gelmeyecek hakaretler savurup müşteriyi kızdırdı. Bir türlü başımdan atamadım. Seni neden satın almak istediğini bilmiyorum ama bu tam bir mucize.” “Bu kadar mı dertli yani?!” “Anlaşmadan vazgeçmek mi istiyorsun?” Anne bir an düşündü, sonra başını salladı. “Ribonpool’a gidecek vaktim yok. Onu alıyorum.” “Harika. Kanada dikkat et. Ne yaparsan yap, onu geri almasına izin verme.” Anne başını salladı. Peri tüccarı, perinin ayak bileklerindeki prangaları açtı. Peri, tüccara doğru eğilip kurnaz bir gülümsemeyle fısıldadı: “Bekle sen. Bir gün geri gelip seni öldüreceğim.” “Olur,” dedi tüccar sakinlikle. “O günü dört gözle bekliyorum.” Perinin rahatsız edici veda sözlerini aldırmadan, zincirleri tamamen çıkardı. Peri ayağa kalktı. Uzundu. Güneş ışığını yakaladığında gökkuşağı renklerinde parlayan kanadı, dizlerinin arkasına kadar uzanıyordu. “Pekâlâ, seni satın aldığıma göre önce tanışalım. Memnun oldum,” dedi Anne. Peri güzel yüzüyle gülümsedi. “Yanında altın taşıdığına göre epey varlıklısın… korkuluk.” “Bana korkuluk deme! Benim adım Anne!” Peri tüccarı endişeyle onları izledi. “Genç hanım, onunla gerçekten başa çıkabilecek misin?” “Sorun olmaz, benimle başa çıkabilir. Değil mi, korkuluk?” diye cevap verdi peri. Anne, onun alaycı bakışlarla kendisine yukarıdan baktığını görünce tekrar bağırdı: “Benim adım Anne! Anne Halford! Bir daha bana korkuluk dersen, bunun bedelini ödersin!” “…Görünüşe bakılırsa sorun yaşamazsın,” diye mırıldandı tüccar. Anne, periye sert bir bakış atıp burnundan soluyarak cevap verdi: “Evet! Gayet iyiyim! Merak etme, ihtiyar. Hadi, benimle gel.”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.