Yukarı Çık




74   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   76 

           
Bölüm 75: Bu Saygıdeğer Kişi Cahil, Ee Napcan



Kalabalık Jiangui’in karşısında bakakaladı, sonrasında ise öldürülenlerin boyunlarına sarılı ateş kırmızısı söğüt asmalarına baktılar ve daha da tedirginleştiler.


“Sen yaptın! Aynı On Sekiz’i öldürdüğün zamanki gibi!”


“Nasıl bu kadar cani olabilirsin?”


“ÖLDÜRÜN ONU!!”


Yaygara Kıdemli Ölümsüz’ün başını ağrıttı. Bir elini şakaklarına bastırıp soğukça konuştu: “Mo Weiyu, son bir kez daha soruyorum: onları öldürdün mü öldürmedin mi?”


“Öldürmedim.”


“Peki.” Kıdemli Ölümsüz başını salladı. Mo Ran, onu serbest bırakacağını düşünerek rahat bir nefes aldı ve tam bilgeliği ve erdemliliği için minnetini dile getirecekti ki Kıdemli Ölümsüz ilgisizce bir elini kaldırarak buz gibi bir tonla konuştu:


“Bu kişi çok sayıda suç işlemiştir ve suçlarını kabul etmeyi reddetmektedir. Yakalayın onu.”


Shi Mei elini yüzünü yıkayıp giyindikten sonra dışarı çıktığında, Mo Ran’ın bir düzineden fazla yüksek seviye kuş tüyü üyesi tarafından büyüyle dizginlendiğini ve bir tanesi tarafından da ellerinin ölümsüz bağlama ipiyle bağlandığını gördü.


“Ne yapıyorsunuz?!”


Shi Mei aceleyle Mo Ran’ın yanına koştuğunda yüzündeki tüm renk solmuştu: “Ne oldu?”
Kimse cevap vermedi fakat şeftali çiçeklerinin arasında ürpertici bir biçimde sallanan cesetler sorusunu yeterince cevaplamıştı. Shi Mei derin bir nefes alarak bir adım geriledi ve Mo Ran’ın göğsüne çarptı.
“A-Ran…”


“Panik yapma, sakin ol.” Mo Ran Shi Mei’ fısıldarken gözlerini Kıdemli Ölümsüz’den ayırmadı, “Gidip amcamı ve Kıdemli Xuanji’yi getir.”


Böyle bir durumda bu kuş tüyü halkı mantıklı davranmayabilirdi ve her halükarda onu parçalamaya karar verirlerse Mo Ran’ın şimdiki kabiliyetleri ile kazanma şansı sıfırdı. En kısa zamanda Xue Zhengyong’un ve Kıdemli Xuanji’nin bu olaya dahil olması gerekiyordu.


Shi Mei gitti ve Mo Ran da o öfkeyle kırışmış çehrelerin önünde tek başına durdu, hepsine teker teker bakarken bakışları sabitti.


“Puh!”
Aniden kalabalıktan bir ağız dolusu balgam ona doğru geldi. Mo Ran kaçınmak için kenara kaydı fakat tüküren kuş tüyü üyesi fazla yakınında olduğundan yine de üstüne geldi.
Yavaşça arkasını döndü ve bir çift kırmızı göz ile karşı karşıya geldi.
“Bir sürü insan öldürdün ve demek hala yardım isteyecek yüzün var? Seni derhal geberteceğim!!!!”


Bunun üzerine avucunda kızgın bir ateş belirdi ve doğrudan Mo Ran’a fırlattı!
Mo Ran kenara çekildi, yakıcı alev onun önünden geçerken perçemlerini yaktı ve arkasındaki ağaca vurarak ağacın gövdesini yardı.


PAT----
Şeftali ağacı yere düştü, çiçekleri rüzgarda uçuşan kar tanecikleri gibi her yere saçıldı.


Mo Ran yerdeki ağaç gövdesine baktı, sonra saldırıyı yapan kişiye bakmak için yüzünü çevirdi: “Zaten söyledim ama onları ben öldürmedim. Doğruluk hapları on gün içinde hazır olacak, intikamını o zaman alsan da çok geç sayılmaz.”


“On gün mü? O zamana sen buradaki herkesi öldürmüş olursun!” O kişi öfkeyle kükredi, “Zizi’mın hayatını geri ver!” Ve Mo Ran’a doğru atıldı.


Saldırısından bir kez daha sıyrılan Mo Ran’ın gözleri, kenarda olanları izleyen ve bunları durdurmaya gram niyeti olmayan Kıdemli Ölümsüz’e baktı. Bir öfke dalgası hissetti ve sesini yükselterek bağırdı: “Hey! Sen, moruk kuş! Halkına hakim olsana!”


“...”


“Şerefsiz.” Hala yerinden kıpırdamadığını görünce Mo Ran sessizce sövdü, “Bu noktada sağır-dilsiz taklidi yapıyorsun demek, ölümüne yakılmamı mı falan mı izlemek istiyorsun? Sizi boktan kuşların doğruyla yanlışı ayırt edemediğini bilseydim en başından bu bok çukuruna gelmezdim! Hiçbir nedeni olmadan kim böyle suçlanmak ister ki!”


Kelimeleri üstüne Kıdemli Ölümsüzün yüz ifadesi hafifçe seğirdi ve kolunu kaldırıp savurdu----
Bir “şlak” sesi doğrudan Mo Ran’ın yüzüne indi.


Kuş tüyü kabilesi insanlara benzese de düşünme şekilleri bayağı farklıydı.
Kültivasyon dünyasında, tüm bir kabilenin liderini bırak küçük bir dövüş sanatları salonunun başı bile kesin bir kanıt olmadığı sürece hemen karara varmazdı. Ancak kuş tüyü kabilesi nereden bakarsan bak yarı canavarlardan oluşuyordu ve canavarımsı doğaları dolayısıyla ailevi bağlar onlar için en önemli şeydi.


Kıdemli Ölümsüzün saçı, her telinden aşağı buhar akarcasına parlak kırmızıya döndü. Gözleri fal taşı gibi açılarak dik dik baktı ve karanlık bir tonla konuştu:


“Senin hocan kim? Böyle pis bir öğrenci yetiştirmiş! Sözlerine dikkat et!”


Sözleri üzerine diğer kuş tüyü insanları da arka arkaya bağırarak kırmızı gözlerinde ölüm yazılı bir şekilde Mo Ran’a doğru yaklaşmaya başladılar.


Fuşş!
Bir alev oku havayı delip geçti ve doğrudan Mo Ran’ın kalbine yöneldi.
Mo Ran tehditlerini hafife alacak durumda değildi ve Jiangui’i çıkarak saldırıyı engellemeye çalışırken söğüt asmasından kıvılcımlar çıktı. Fakat o ok yalnızca bir aldatmacaydı ve arkasını döndüğünde kuş tüyü kabilesinden acılar içindeki birisi kılıcını çıkarmış ona doğru koşuyordu!


Önünde ok, arkasında kılıç, kaçmasının yolu yoktu.
Bu yarı canavarlar onu burada öldürme niyetindeydi; Mo Ran kendini hazırladı, Chu Wanning’in Tianwen’i daha önce nasıl kullandığını hatırladı ve elini kaldırarak bileğini savurdu----


Jiangui havaya kalktı ve aniden gerildi, kan kırmızısı söğüt asması bulanıklaşarak devasa bir girdap haline geldi, girdap hava dahil etrafta bulunan her şeyi içine çekerken asmanın üstündeki yapraklar sivri bıçaklara döndü ve her şeyi lime lime etti.


Bu Chu Wanning’in en üst düzey tekniklerinden biriydi---- “Rüzgar!”


Fırtınanın merkezinde asma olduğundan çevredeki her şey güçlü ruhani enerjiye çekiliyordu.


Geriye bir şey kalmayana dek girdap tarafından yutulmuş, toz haline getirilmiş ve rüzgar tarafından silinip süpürülmüşlerdi.


“AAH!!!!!!” Saldırıyı yapan kişi çığlık attı; oku Jiangui tarafından çoktan toz haline getirilmişti ve uzun kılıcı da jiangui’e çok yakın olduğundan fırtınanın içinde kayboldu.


“Tang!” Metalin keskin kırılma sesi duyuldu ve henüz kimse tepki verememişken kendisi de kan kırmızısı fırtınanın içine çekilmeye başladı, haykırdı: “Bırak beni! Deli! Akıl hastası!!”


Kıdemli Ölümsüz kendi insanlarının tehlike altında olduğunu görünce çılgına döndü, havaya yükselirken kırmızı kıyafetleri dalgalandı.
Elinde yüksek seviye saflıkta olan parlak kırmızı bir kristal belirdi ve içine ruhani enerji akıttığı sırada kıyafetinin kolları savruldu. Anında, çılgın bir girdap oluştu, bulutları içine çekiyor, ağaç, çim ve benzeri her şeyi ezip geçiyordu.


Arkasında ateş zümrüdüankasının görüntüsü oluşmaya başladı; gözleri derin, rahatsız edici bir kırmızıydı ve başlangıçta güzel olan o yüz şimdi öfkeyle kırışmıştı.


“Piç” diye tısladı, “Hala geri çekilmiyor musun?”


“Zümrüdüankanı bile çağırdın, şimdi dursam canıma susamış olmaz mıyım?” Zümrüdüanka Mo Ran’ın üzerinde devasa bir gölge oluşturdu, alevli yansıması yüzünde dans ediyordu, “İlk sen dur, sonra ben dururum!”


“Senin----”


Kıdemli Ölümsüz havada daha da yükseldi.


“Bana----”


Kelimesi kelimesine söylerken kan kırmızısı gözleri aşağı, Mo Ran’a doğru yöneldi.


“Emir vermeye----”


“Hakkın----”


“Yok!”


Yukarıdan bir patlama sesi geldi ve zümrüdüanka bir çığlık atarak Mo Ran’a doğru daldı.


“BAM!!!”


Sağır edici bir ses daha oldu, bir öncekinden daha gürültülüydü, tıpkı antik bir ejderhanın bin yıllık uykusundan uyanıp yerin dibinden çıkmak için kayaları ve toprağı paramparça edişi gibiydi.
Zümrüdüanka altın bir ışıkla karşılaşmıştı, temaslarının etkisi havada şok dalgalarının yayılmasına neden oldu. Girdaplar onlara değdiğinde kuş tüyü kabilesinin zayıf üyeleri çığlık attı, bazıları metrelerce uzağa atılırken kan bile kustu.


Şiddetli rüzgar Lingxiao Pavilyonu’ndan geçti ve anında ağaç ve bina benzeri her şeyi ezerek düz arazi haline getirdi.


“Sh- Shizun…….?!”


Kar beyazı kıyafetlerin kolları havada uçuşuyordu. Seslendiğini duyarak hafifçe yüzünü çevirdi, yüz ifadesi her zamanki soğuk ve sakindi, zümrüdüanka gözleri yerde diz çöken Mo Ran’a döndü.


Chu Wanning’in sesi soğuk ve derindi, aynı sıcak bir yaz günündeki berrak kuyu suyu gibi.


“Yaralandın mı?”


Mo Ran tepki veremeyecek kadar afallamıştı, gözleri ipiriydi ve ağzı şok içinde açık kalmıştı: “...........”


Chu Wanning onu süzdü, belirgin herhangi bir yara bulamadı ve Kıdemli Ölümsüz’e geri döndü: “Daha demin hocası kim diye sormamış mıydın?”


Korkunç derecede güçlü ruhani enerjisini açığa çıkardı ve yavaşça yere indi.


Soğukça ve basitçe, gereğinden tek kelime fazla etmeyerek konuştu : “Sisheng Zirvesi’nden Chu Wanning; bana en iyi hamleni göster.”


“N-ne?”


Chu Wanning kaşlarını çattı.
Anlaşılan bu kuş insanlar nezaketten anlamıyordu. İyi; sabrı tükenmişti zaten.


“Dedim ki, hocası benim.” Duraksadı, “Ve sana benim öğrencimi incit diye izin verdiğimi hatırlamıyorum.”


Kıdemli Ölümsüz’e ölümsüz dense de öyle denmesinin tek nedeni soylu kanındandı---- gerçek bir ölümsüz ile uzaktan yakından alakası yoktu. Az önceki konuşmaları esnasında zümrüdüankası Chu Wanning tarafından yok edilmiş, kolu da Tianwen tarafından kesilip yaralanmıştı. Kolunu tutarken ve parmaklarının arasından siyah kan akarken suratı asıktı.


“N-ne cüretle, değersiz bir ölümlü----! Hem, seni kim Şeftali Çiçeği Pınarı’na aldı! Buraya nasıl girdin!!!” Neredeyse aklını sıyırmıştı, “Seni kendini beğenmiş----”


“ŞLAK!”
Tianwan çağrılarak doğrudan yüzünü kamçıladı, dudağının kenarını yardı ve kan aktı.


“Evet, devam et?” Chu Wanning Tianwen’i çağırdığı için hafifçe bozulan kıyafet kolunu düzeltti, sonra Mo Ran’ı yakasından tutarak bir eliyle ayağa kaldırdı, bu sırada gözlerini bir kere bile Ölümsüz Kıdemli’den ayırmamıştı, “Ne diyordun, ben kendini beğenmiş bir?”



“N-n-ne cüretle, sen----”


“Neden cüret etmeyeyim.” Chu Wanning umursamazca ona baktı, “Korkmam gereken ne?” Duraksadı, sonra Mo Ran’ı sürükleyerek yanına getirdi, “İyi dinleyin, bu kişi benim, onu götürüyorum.”


Mo Ran Chu Wanning’in ani, tanrı gibi alçalışının şokunu hala atlatamamıştı ki “bu kişi benim” sözünün üzerine parçalara ayrıldı.
“Sh… Shizun…….”


“Kapa çeneni.” Chu Wanning’in yüzü her zamanki gibi ilgisizdi fakat Mo Ran, gözlerinde kaynayan öfkeyi net bir şekilde görebiliyordu, “Anca bana sorun çıkarıyorsun, hiçbir şeyi doğru yapamıyorsun.”


Ders, kafasının arkasına gelen bir tokatla vurgulandı, sonrasında Chu Wanning Mo Ran ile havaya yükseldi, tek bir sıçrayışta çoktan metrelerce uzağa gitmişti. Mo Ran neler olduğunu henüz algılayamamışken Şeftali Çiçeği Pınarı’nın dışında çorak bir alandalardı.


“Shizun! Shidi’m hala orada----”


Chu Wanning ona baktı ve yüzündeki panik karşısında soğuk bir “hımh” sesi çıkardı: “Shidi mi? Xia isimli olan mı?”


“Evet, o hala Lingxiao Pavilyonu’nda, gidip onu kurtarmam gerek…”


Chu Wanning sözünü kesmek için bir elini kaldırdı: “Ben onu büyüyle Xuanji’ye gönderdim, endişelenmene gerek yok.”


Mo Ran sonunda tuttuğu nefesi bıraktı ve bakışlarını tekrar kaldırarak Chu Wanning’e döndürdü: “Shizun, sen… neden buradasın?”


Chu Wanning odasının dışındaki yaygara tarafından uyandırılmış ve durumun acil olduğunu görünce de normal bedenine geri dönmek için Tanlang’ın haplarından birini içmişti. Fakat şu anda bunları Mo Ran’a söyleyemeyeceğinden soğukça sadece şunu dedi: “Neden burada olmayayım.” Ve elini kaldırarak bir parmağının ucunda altın bir haitang oluşturdu.


“Hüzün kulesinde çiçekler soldu; gecenin içinden QiangTang Nehrine bir bahar esintisi.”


Chu Wanning kirpiklerini alçalttı ve çiçek tomurcuğuna hafifçe üfledi, çiçek anında göz alıcı bir ışıkla açtı. İnce parmak ucuyla fiske attı ve sessizce emir verdi: “Ara.”


Haitang çiçeği rüzgarla uçtu ve ormana doğru kayboldu.


Mo Ran merakla sordu: “Shizun, bu ne büyüsüydü?”


“Çiçek atma.”


“Ne?”


“Çiçek atma.” Chu Wanning’in yüz ifadesi tamamıyla ciddiydi, şakanın en ufak belirtisi bile yoktu, “İsmi yoktu ama sen sorunca bir tane verdim.”


Mo Ran: “...”
Bu insanın bu kadar tembel olması imkansız?


“Sekt Lideri ne olduğunu bana çoktan anlattı.” Chu Wanning haitangın gittiği yöne doğru baktı, sesi, akıntıdaki bir yeşim gibi derin ve soğuktu, “Bunun arkasındaki kişi muhtemelen Jincheng Gölü’ndeki kişiyle aynı. Korkarım ki Zhenlong Satranç Formasyonu, burada, Şeftali Çiçeği Pınarında da kurulmuş.”


“Bu nasıl olabilir?” Mo Ran şaşırdı.
Önceki hayatında Zhenlong Satranç Formasyonu uzmanlık alanıydı ve On Sekiz öldürüldüğünde de kullanılıp kullanılmadığını anlamak için belirtileri kontrol etmişti; bu yasaklı tekniğe hep kan kokusu eşlik ederdi---- bir kere etkinleştirildi mi adam öldürmek kaçınılmazdı---- bu yüzden Zhenlong Satranç Formasyonu çevrede kullanımda mı bilmek için görünüşte belirsiz fakat yoğun olan bir kinci enerji aramak gerekirdi. Eğer o gizemli kişi tekrar bu yasaklı tekniği kullanıyor ise Mo Ran sezemediğine göre tekniği mükemmel kullanıyor olmalıydı.


Chu Wanning’in ona attığı bakış şüpheliydi, Mo Ran acele ile açıklamaya çalıştı: “Yani… Şeftali Çiçeği Pınarı’ndaki herkes yarı ölümsüz, burada yasaklı bir tekniğin kullanılıp kullanılmadığından nasıl haberleri olmaz?”


Chu Wanning kafasını salladı: “O kişi, Jincheng Gölü’ndeki tüm antik ruhani canavarları kontrol edebildiğini bize göstermişti. Ruhani canavarlar güç bakımından kutsal canavarlara yaklaşamasa da yarı ölümsüzlere muadiller. O zaman Jincheng Gölü’nü kontrol edebildiğine göre muhtemelen şu anda Şeftali Çiçeği Pınarı’nda da aynı şeyi yapıyor olmalı.”


“Anladım…”


“Mn.”


Mo Ran kafasını kaldırdı, yüzünde gamzelerle çevrelenmiş mahcup bir sırıtış ile: “Shizun, muadil ne demek?”


Chu Wanning: “...”



Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


74   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   76 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.