Yukarı Çık




34   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   36 

           
Onu ilk gördüğünde hissettiği şey kendisine kızmasına sebep olmuştu. Böyle olmamalı, ona karşı herhangi bir duygu beslememeliydi. Dudaklarına kondurduğu sahte ve minik bir gülümseme ile Barış'a yaklaşmak için adım atacaktı ki küçük Alexander ondan önce davranmış dizlerine yapışmıştı. Parmağı ile Barış'ı işaret etti ve o tatlı sesinden zor anlaşılacak bir cümle duyuldu.

"Bu adam kim?" dedi korku dolu bir sesle.
Öykü eğildi ve Alexander'a güven verircesine gülümsedi.

"Türkiye'den bir arkadaşım. Rusya'ya gelince beni ziyaret etmek istemiş."
Barış Öykü'nün yanında durup onun gibi eğildi ve Alexander'a elini uzattı.
"Merhaba küçük adam, Barış ben."
Alexander Barış'ın uzattığı elini suratını ekşitip tuttu.

"Benim adım da Alexander. Öykü ile senden daha yakınız."

Barış aldığı cevap karşısında kahkaha atmamak için kendisini zor tutmuştu. Kafasını çevirip Öykü ile göz göze geldiklerinde dişlerini gösteren bir gülümseme bahşetti kıza fakat Öykü bu gülümsemeye karşılık vermek şöyle dursun sorgularcasına adama bakıyordu. Kalbindeki çarpıntıyı yok sayarak...
Alexander Öykü ve Barış'ın birbirlerine bakmalarından rahatsız olarak Öykü'nün kolunu çekiştirdi.

"Hadi Öykü kartopu savaşına devam edelim."

"Tamam." dedi çocuğun burnunu sıkarak.

"Ama sadece ikimiz."

Öykü gözlerini kırpıştıran adama bakıp onun şaşkın hali ile eğlendiğini fark etti.

"Peki."

Yapmak istediği şey bu değildi, Barış'a burada ne işi olduğunu sormak istiyordu. Barış çekildiği köşesinde, tüm neşesini yitiren kızın dakikalarca ufaklıkla kartopu savaşı oynamasını izledi. Ne yazık ki onu izlerken kalbinin sıkışmasına engel olamıyordu. Çocuğa bakan sevgi dolu gözler kalbinin sıcacık olmasına, sanki içinde bir balon varmışçasına göğsünün şişmesine sebep oluyordu. Neden böyle olmak zorundaydı sanki, başından beri kaçtığı insana vurulmak ahmaklığın ta kendisiydi. Öykü hayatından çıktığından beri kendisi ile zorlu bir mücadelenin içine girmişti, bazı şeyleri kabullenmemeye ne kadar çalışırsa çalışsın sonuç buydu. Hislerinden kurtulamamıştı bir türlü.
Alexander yorulduğunu ve üşüdüğünü söyleyince eve geçtiler. Adamın varlığı kızı garip hissettiriyordu. Alexander'a sıcak süt verdikten bir süre sonra küçük uykuya dalmıştı.
"Doğrusu seni gördüğüme oldukça şaşırdım."
Nihayet Barış'a bir şeyler söylemeyi başarabilmişti ve bu birazda olsa gerginliğini almıştı.
"Fark ettim."
"Ee Barış, niye geldin?"
"Burada bir iş anlaşmasına imza attım, bir iki ay sonra Türkiye'ye döneceğim."
"Anlıyorum." dedi Öykü bakışlarını ellerine kaydırıp.
"Fakat kast ettiğim bu değildi. Buraya, benim yanıma niye geldin?"
Tutarsızlığı sevmezdi Barış, sevmediği bir şeyi yapmaktan da nefret ederdi. Şu an olduğu gibi... Ne diyebilirdi ki Öykü'ye. 'Seni özledim' diyemezdi ya, 'bu kadar kısa bir zamanda seni özledim' demek istiyordu. Kendi kararları ile çelişiyor olmak onu boğuyordu. Bunu diyemese de Öykü'ye hissettirmek istedi. Hissetsin, anlasın istedi. Çünkü onun bir şey demeye cesareti yoktu. Çekimserce gülümsedi Öykü'ye.
"Rusya'dayken ve senin de burada olduğunu biliyorken bunu yapmam gerekiyormuş gibi hissettim."
"Amacın içini mi rahatlatmaktı?"
"Belki de."
Alayla adama baktı.
"Bizim ilişkimiz olması gerekenden daha fazla mesafeliydi. Böyle bir ilişkinin -kaldı ki ortada bir ilişki olduğunu bile düşünmüyorum- sona ermesinin beni kötü etkileyeceğini düşünmedin değil mi? Sadece özgürlüğüme yeniden kavuşmuşum gibi... Bendeki tek etkisi bu."
Barış'ın gözlerindeki şeyin hayal kırıklığı olduğuna inanmak istemedi, bu kendisini kandırmak gibi olurdu. Buraya gelerek ne yapmaya çalıştığına da anlam veremiyordu.
"Elbette dediğin gibi düşünmedim. Fakat sana davranış şeklim aklıma geldikçe kendimi kötü hissediyorum. Büyük haksızlık yapmışım ve bu vicdanımı sızlatıyor. Senin sandığın tarzda bir insan değilim, birilerini incitmek kırmak dökmek benlik bir şey değil. Bunu yaptığımda ise yakamı bırakmayan bir duygu ile karşılarım. Sen gittiğinden beri olduğu gibi... Sarsıcı bir duygu. Hak etmediğin şekilde davrandığım için özür dilerim Öykü. Gerçekten özür dilerim, eğer kabul edersen sana karşı davranışlarımı telafi etmek istiyorum. En azından şu iki aylık müddet içinde, bunu yapmama izin verir misin?"
İnsanların karmaşık davranış şekillerini algılamakta hep güçlük çekerdi. Çoğu zaman kendisi de tuhaf tercihlerde bulunurdu. En başta karşısındaki adamın onu asla sevmeyeceğini net bir şekilde ifade etmesine rağmen onunla olmayı kabul etmesi gibi. Daha o zaman yaşayacağı şeylerin onu mutlu etmeyeceğini biliyordu, nasıl mutlu olabilirdi ki... Barış'ın tavırlarından ötürü pişman olması beklenmedik bir şeydi, fakat olan olmuş her şey bitmişti. Bunun üzerinde durmaya ne gerek vardı?
"Ben çoktan tüm sözlerini unuttum, benimle olmaktan ne denli hoşlanmadığını da çok iyi biliyorum. Onun için bir şeyleri telafi etmene hiç gerek yok, zaten ortada telafi edecek bir durumda mevzubahis değil. Vicdanın da rahat olsun, senden yana artık kırgın değilim. Olmamam da gerekir zaten." Dedi gülümseyerek.
Barış'a göre konu vicdan değildi zaten, bambaşka bir şeydi fakat söyleyemiyordu.
"Anlıyorum, haklısın."
Barış'ın mutsuz surat ifadesine bakıp genişçe gülümsedi.
"Ne yapmayı düşünüyordun peki?"
"Seninle biraz olsun güzel vakit geçirmeyi planlıyordum."
Dudağını dişledi, tırnaklarını parmağına batırdı. Deniz'in Barış hakkındaki tüm iddialarına rağmen o da bunu istiyordu, onunla bir kez olsun samimi bir ortam kurmayı. Arkadaşça yahut başka bir şekilde, fakat biraz olsun gerçek manada yakın olmak istiyordu.
"İçin öyle rahatlayacaksa neden olmasın."
Adamın lacivertimsi gözlerindeki parıltıyı ilk defa yakalamıştı ve ruhuna ılık bir şeylerin akmasına sebep olmuştu.
"Hafta sonuna ne dersin? Rusya'ya ilk defa geliyorum, bana rehberlik edersin."
Bu teklif karşısında kahkaha attı.
"Kusura bakma, durmadan birilerine rehberlik ediyorum da."
"İyi bir fikir olmadığını düşünememiştim, öyleyse sen ne yapmak istersin?"
"Hayır hayır. Rehberlik iyi bir fikir, hatta eğer burada yaşamaya karar verirsem Türklere rehberlik yapmak için bir işe başlamayı bile düşünüyorum artık."
"Burada mı yaşamayı düşünüyorsun?" dedi Barış korku dolu bakışlarla.
Kız Kulesi, Galata Kulesi ve Öykü için en önemlisi sanki değerli mücevherlerle bezenmiş boğaz... Aşık olduğu İstanbul'undan yorulmuştu artık. Biraz uzak kalmak istiyordu.
"Bilmiyorum." dedi Barış'ın göğsünün sıkışmasına sebep olurken.
Hafta sonu geldiğinde buluşacakları yere ilk önce Öykü gelmişti, üstelik büyük bir heyecanla. Kalbine çoktan umut tohumları ekilmişti. Ela'da söylemişti. 'Bence pişman olduğu nokta çok farklı, senden hoşlandığını fark etmiş olmalı." Demişti. Ellerini ceplerine koydu ve direğe yaslandı. Kar yavaş yavaş erimeye başlamıştı fakat hava aşırı derecede soğuktu. Fakat Öykü soğuğu hissedemeyecek kadar derin düşüncelere dalmıştı, yüzünde şapşal bir gülümsemeyle.
Sabırsızlığı gitgide büyüyordu, gerçekten olabilir miydi? Barış söylediklerinin aksine ya aslında ondan hoşlandıysa. Peki ya bu kendisini niye böylesine heyecanlandırıyordu? O kadar mı çok etkileniyordu yani adamdan? Muhakkak öyle olmalı diye düşündü Öykü. 'Belki de hissettiğim şey aşktır.' Dedi aptal bir gülümsemeyle. Sesli söylediğini fark ettiğindeyse utançla etrafına baktı. Neyse ki etrafındaki insanlar Türkçe bilmiyordu.
Ama ne yazık ki geçen uzun dakikalar saatlere dönüşürken bütün umutları yerle bir oldu. Barış'ı aradığında ona ulaşamaması ile iyice sinirleri gerilirken Deniz'in Barış hakkında söylediklerinde ne derece haklı olduğunu kafasında tartmaya başlamıştı.
"İlgisiz bir adam, hem de gereğinden fazla ilgisiz. Kız kardeşimi nasıl bir yalnızlığın içine gömdüğünü görmedin Öykü. Bir kere bile, sadece bir kez bile onu aramadı. Hep ilişkileri için mücadele veren maalesef Yağmur oldu. Kırılgan bir yapıya sahip olmasına rağmen Barış'ın tüm o sorumsuzluğu karşısında güçlü durdu. Bana hiçbir zaman Barış hakkında kötü bir laf etmezdi fakat ben anlardım. Farklı ülkelerde bir ilişkiyi yürütmek zordur fakat imkansız değil. Mücadele isteyen bir şeydir. Fakat Barış'ın bu durumda ne yaptığını ben sana söyleyeyim. Sadece işine odaklandı. Yağmur onun yanına gitmek istediğinde bile kabul etmedi. İşine engel olan hiçbir pürüzü hayatında istemiyordu. Muhtemelen sana Yağmur'u sevdiğini söylemiştir, Hayır Öykü. O sadece işini sever. Yağmur'u hiçbir zaman sevmedi, yalnız onunla olması gerektiğini düşündü. Bunu mantıklı bulmuş olmalı, yani demek istediğim kendisine sırılsıklam aşık olan biriyle olmayı. Öyle bir adamdan kurtulmakla en iyisini yaptın."
Telefonda Barış'ın attığı mesaja bakarken Deniz'in ne kadar haklı olduğuna ikna olmuştu.
"Aniden bir toplantım çıktı, kusura bakma. Umarım beni beklememişsindir."
O kadar öfkeliydi ki Barış'a, küfürlü bir mesaj yazdı başta fakat bunu hemen sildi. Düşüncesiz herif diye mırıldandı.
"Sen telefonlarıma cevap vermeyince bende geri döndüm."
"Gerçekten çok üzgünüm, mühim bir toplantıydı telefonumu ofiste bırakmışım. Yarın telafi etsek."
"Yarın meşgulüm, hem artık bir şeyleri telafi etmekten vazgeçmelisin."
Attığı mesajla çok geçmeden telefonu çaldı. Barış'ın aradığını görünce gözlerini devirdi ve telefonu açtı.
"Efendim Barış?" dedi sesindeki öfkeyi kontrol edemeden.
"Tahminimden daha çok kızmışsın."
"Hiçte bile, beni ektiğin için niye kızacakmışım." Dedi alaya alarak.
"Sakın hala orada beni bekliyor olmayasın."
"Komik olma, kim seni bu soğukta iki saat bekler?"
"İnanamıyorum oradasın hala, hemen geliyorum."
"Hayır gelme, dışarıdayım fakat orada değil. Neyse Barış kapatıyorum." Dedi taksi çevirirken.
Barış'ın gelen aramalarına cevap vermemişti.
"Geliyorum bir yere ayrılma." Mesajına dahi sinirle bakmıştı.
Barış ise buluşma yerlerine geldiğinde az önce Öykü'nün yaslandığı direğe sinirle tekme attı. Ne yazık ki fena çuvallamıştı ve kendisine fazlasıyla öfkeliydi.
.
.
.
İnsanlar bazen sonlarını kendileri getirir, bunu üstelik bile bile yaparlar. Güvenerek... Ulaş hakkında Asya'yı asıl yıkıma sürükleyen şeyin bu olduğunu geçte olsa anlamıştı, evet belki onu çok seviyordu. Fakat hayır, o Asya'yı terk ettiğinde ona olan sevdası hala ondaysa neden perişan olmalıydı ki... Acı da aşka dairse bunun zehrini elbet zevkle içerdi. İçmişti de. Hatta genç kızı bu zehirli şerbet mest etmişti. Yanında olmaması varlığından daha çok hissettiriyordu duygularını. İçindeki derin sızıya gün geçtikçe bağlanmıştı, annesizliği düşünemeyen küçük bir çocuk gibiydi. Bu sızı benliğine öyle işlemişti ki artık o olmadan yaşayamazdı sanki. Ama ne yazık ki güvenini sarsıntıya uğratan bir insana karşı hisler beslemek kendinden utanmasına sebep oluyordu. Çünkü nedense ona öyle çok güvenmişti ki bir daha kendine gelememişti.
Yanındaki ete kemiğe bürünmüş varlığı hiç şüphesiz ruhunda alev dalgaları oluşturuyordu. Kalbindeki sızı vücudunu öyle çok ele geçirmişti ki eli ayağı her yeri sanki biraz önce düşmüş gibi ağrıyor ve acıyordu. Rüzgarın burnuna getirdiği parfüm kokusuyla kendini esen rüzgara bırakmak istedi. Tüm yaşanılanlara rağmen bu koku hala ona gökyüzünde özgürce uçan kuşları anımsatıyordu. Onun kollarının arasında kendini hep o kuşlardan biri gibi hissederdi, şimdi ise gökyüzündeki kuş sürüsünü izleyen bir seyirciden farkı yoktu. Oysa kokusu özgürlüğü değil, hapis olunmayı çağrıştırmalıydı.
Büyük, geniş ve uzun balkonda aralarındaki mesafe aşılamayacak kadar fazla değil gibi gözükse de hiçte öyle değildi. Yanında birkaç kişi ile derin bir tartışmanın içinde gözüküyordu.
Onu izlemeyi kesti ve önüne döndü. Yankı'nın tepkisini izlediğini kestirebiliyordu.
"Tekrarlıyorum, bu akşam buradan erken ayrılabiliriz. İstersen hemen gidebiliriz."
"Gerek yok Yankı, ben iyiyim. Hem baksana buradan manzara çok güzel, havada temiz. Bu sabah yağmur yağdığı ne kadar belli, İstanbul'da bu temiz havayı zor yakalarsın. Bence bu temiz havanın keyfini çıkarmaya bakmalıyız."
Genç adamın kulağına gelen o tatlı ve narin ses kanın vücudundan çekilmesine sebep olmuştu. Korkuyla karışık büyük bir heyecanla arkasını döndü. Onun o kırılgan vücudu, siyah ve uzun saçları ayın altında parlıyordu. Sanki yer ayaklarının altında sallanmış, büyük bir zelzele kopmuştu. Ulaş'ın dünyasında o an bütün bina çökmüş, her şey yerle bir olmuş sadece ikisi kalmıştı. Yakıcı, sarsıcı insanı bu denli alaşağı eden başka bir duygu daha olamazdı.
Geceleri kabusu olan kadın... Tek sevdasıydı. Kalbi uzun süredir hazin bir girdapta sürükleniyordu. Yanlış zamanda yanlış insanı sevmek kendisini derin bir çukurun içine atmaktan daha fena bir şeydi.

Uzun uzun sevgilisinin kırılgan gözüken yüzüne baktı. Büyük bir darbe yemiş gibiydi, kendisine gelmekte son derece güçlük çekiyordu. Kalbinin atış hızı mıydı başını döndüren yoksa karşısındaki kadının bir türlü alışamadığı ihtişamlı güzelliği mi bilmiyordu. 

Yanındakilerden izin isteyip genç kıza doğru yaklaştı. 

Genç kız adamın varlığını arkasında hissedince istemsizce yutkundu. Bakışları yere indi ilk önce, tenini bir ürperti sarmıştı.

"Asya."

İsmini onun sesinden duymayı bile özlemesi beter bir duyguydu. Gururunu ezen bir duygu, fakat Asya buna rağmen afallamışlığını gizleyerek arkasını döndü. Suratı aynı karşısındaki adam gibi ifadesizdi.

Bir şey söylemiyordu Asya, ilk kendisinin söze başlamasının beklentisi içindeydi.

Ulaş ise kızın bakışlarında takılı kaldığını ona belli etmemek için tüm iradesini zorluyordu.Kızın derin bakışlarından etkilendiğini kendisine saklayıp soğukça ona baktı.

Olabildiğince mesafeli gözükmek istiyordu, başarmıştıda. Kızı baştan aşağı süzdükten sonra soğuk bir şekilde gülümsedi.

Karşısındaki adamın alışık olmadığı mesafeli duruşu içinden bir şeylerin daha kopmasına sebep olmuştu. İçindeki ses durmadan ona telkinler veriyordu. 'Zayıf olduğunu belli etme Asya, o seni ezmek istedi fakat sen ezilmediğini göster.'

İçindeki o sese öfkelendi. 'Beni ezmek istemedi, fakat ben yine de ona yenildim.' Dedi Ulaş'ın gözlerine ifadesizce bakarken. Bir şeyler demesini bekliyordu, belki af dilemesini. Aptal gibi ondan bunu istiyordu.


"Mümkünse seninle yalnız konuşabilir miyiz?"

Bu soruya kahkaha atmak istedi. Bir zamanlar tüm ömrünü adamak istediği adam şimdi kalkmış ondan kısa bir zaman konuşmak için izin istiyordu. Hem de selam bile vermeye yüzü olmadan.

"Tabi. Yankı 5 dakika için müsaadeni isteyeceğim."

Yankı'nın tepki dolu bakışlarına karşı ona yumuşakça baktı. Yankı bakışlarını Asya'dan Ulaş'a çevirdi. Son kez öfke dolu baktığında bu Ulaş'ın pekte umurunda olmamıştı.

"Peki."

Yankı yanlarından ayrıldıklarında ikisi de birbirlerine bakmak yerine karşılarındaki manzaraya bakıyordu. Biri gök yüzündeki yıldızlara diğeriyse kocaman bahçenin ortasındaki görkemli fakat tek başına kalmış ağaca.

" Seni bu şekilde görmek içimi rahatlattı." Bu muydu yani onca acısından sonra ondan duyacağı ilk cümle?

"Nasılmışım?" Sesinin titrememesine sevinmişti.

"İyisin. Yani demek istediğim... Kendini toparlayamamandan korkmuştum."

O an dahi çıldıracak gibi hissediyordu fakat karşısındaki adam onunla dalga geçer gibi cümleler sarf ediyordu. 'İçimde kopan fırtınaları silik bakışlarımın ardında gizlemeyi çok iyi başarıyor olmalıyım.' diye düşündü.

" Bana öfkeli olduğunu biliyorum Asya." İsmini onun ağzından duymak hiçbir zaman kendisine acı vermemişti. Ama şimdi... Ulaş'ın ismini ağzına alması kendisini kaybolmuş hissettiriyordu. Sanki zehir gibiydi bu. Kanını ele geçirmiş bir zehir...

"Haklısında. Sana verdiğim onca sözden sonra"

"Ulaş." Adamın konuşmasını bölen sesi yüksek çıkmıştı.

Fakat adamı afallatan şey, kalbinin yerinden çıkacak gibi atmasına sebep olan şey kızın sesinden ismini duyması olmuştu. Oysa bu ne kadar basit bir şeydi. Fakat özlemişti, bunu bile özlemişti. 

"Bütün bu konuşmalara gerek yok. Her şey bitti zaten, geriye de telafi edilebilecek pek bir şey kalmadı. Ben seni çoktan atlattım, görüyorsun. Biz insanlar bazı şeyleri fazla abartıyoruz. Ne demiştim sana? Sensiz yaşayamaz mıydım? Çok güzel yaşadım, oluyormuş yani. Sensiz de oluyormuş. Hatta biliyor musun böylesi daha iyi bile oluyormuş. Seninleyken kendimi hep diken üstünde hissediyordum. Ayrıldığımızdan beri yaşadığım rahatlamayı, o özgürlük hissini sana tarif edemem. Üstelik senden sonra en çok istediğim şeye kavuştum. Sonra da fark ettim ki o istediğim hayat bile ait olduğum yer değilmiş. Meğer ben gerçek manada, sıkılıp bunaldığımı sandığım küçük dünyama aitmişim. Yine tilki döndü dolaştı kürkçü dükkanını buldu. Hayat bu, böyle geçiyor. Bazen seviyor sandığımız şeyler aslında bizim felaketimiz olabiliyor. Ya da tam tersi."

Bu kadar rahat bir şekilde yalan söyleyebildiğini yeni öğreniyordu Asya. Fakat bilmediği bir şey vardı, söylediklerinin yanındaki adamı nasıl sarstığı.

Genç adam yaşadığı hayal kırıklığına inanamadı başta. Asya yalan söylemezdi, bunu güçlü gözükmek için bile yapmazdı. Hâlâ ona öfkeli olsaydı eğer bunu dile getirmekten asla çekinmezdi. Fakat kendisi değil miydi Asya'nın onu unutmasını isteyen? Onunla son kez bu konuşmayı yapmak için kızın yanına gelmişti. 'Daha fazla acı çekme, değmem.' demek istemişti. Şimdi ne oluyordu da Asya zaten istediği gibi onu unuttuğunu iddia etti diye boğuluyor gibi hissediyordu. Bir savaşta yenilgiye uğrayan asker gibi kalmıştı ortada. Ne yapacağını bilmiyor, her yol çıkmaza götürüyordu onu.

'Ben unutmadım seni, nasıl unutabilirim ki o gülüşünü? Buna nasıl inanabildin Asya? Benim senden vazgeçebileceğime. Delilik bu. Anlamış olmalıydın, delilik... Seni unutamazdım. Keşke nasıl bir durumun içine düştüğümü bilseydin. Belki o zaman sen de unutamazdın beni.'

Yanındaki kızı sarsarak bunları söylemek istiyordu.

"Hem ben seni artık anlıyorum Ulaş. Yani doğruyu söylemem gerekirse bu konuyu çok düşündüm. İlk başta seni anlamakta hep güçlük çekmiştim, çünkü senin yerine her defasında kendimi koymuştum. Ben olsam ailem için kendime bağladığım insanı geride bırakmazdım. Çünkü ben aile kavramını hiç bilmeyen hissetmeyen bir insanım. Üstelik insanların benden nefret etmesine senin aksine alışığım. Fakat sen ve ben çok farklıydık. Sen ailesi uğruna yaşayan bir insansın, ve benim gibi değilsin. Etrafındakiler tarafından sevilen sayılan biri olarak yaşamışsın. Öyle bir duruma düştükten sonra beni bırakmasaydın değer verdiğin saygınlığını kaybedecektin. Sonra gün geçtikçe benden daha da nefret edecektin. Zor da olsa bu açıdan bakabildim. Sana öfkeli değilim, içine dert olduysa diye söylüyorum bunları. Senden yana bende bir şey kalmadı, her şeyi içimde bitirdim. Hakkımda helal olsun."

Kızın yalan söylediğine inanmak istiyordu, fakat inanamadı. Ne kadar denesede başaramadı. Asya orada Ulaş'a verebileceği en büyük cezayı vermişti. Genç adamı bir yalana inandırmıştı, ondan vazgeçtiğine. Tıpkı Ulaş'ın en başından bu aşktan vazgeçtiğine onu inandırması gibi.

'Buna da katlanırım.' dedi Ulaş içinden. 'Yeterki sen mutlu ol, senin için sensizliğe de katlanırım."

Güldü, fakat sönük bir gülümsemeydi. Asya bunu fark edemedi. Kafasını gökyüzüne kaldırıp kahkaha attı. Delirecek gibi hissediyordu fakat yaşadığı azap dolu acıyı belli etmemek için tüm çabasını harcıyordu. 

'Böylesi onun için daha iyi, beni unutmalıydı zaten.'

Göğsüne bir taş oturmuş gibiydi, onun tarafından sevilmemek ne büyük bir eziyetti.

İçini yakan ateşi gizlemek için yüzüne yerleştirdiği geniş gülümsemesiyle kızın gözlerinin içine baktı. 

Her ona bakışında gördüğü güzellikle sanki ilk defa karşılaşıyormuşçasına afallıyordu. Giydiği elbiseyle büyüleyici gözüküyordu.

"Şimdi rahatladım işte. İçim içimi yiyordu hep, sana yaptığım zalimceydi. Demek sen de beni unuttun, tıpkı benim gibi. Hiçbir şey beni bu kadar mutlu edemezdi."

'Biraz daha sabret Asya. Sakına ağlama, sakına.'

"O zaman bize ait yarım kalan her şey bugün burada tamamlanmış oldu. Artık birbirimizin hayatında hiç olmamış gibi yaşayabiliriz. Senin için kötü hissetmeme de gerek kalmadı. Ahh ne rahatlatıcı bir şeymiş bu." dedi kızın son kalan umutlarınıda yok ederken...


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


34   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   36 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.