Yukarı Çık




47   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   49 

           
“Anne, bu sefer de mi oraya gidiyoruz?”
Siyah küt saçları ve koyu gözleriyle ön koltukta oturan kadın neşeyle gülümsedi.
“Evet, canım. Orası çok güzel bir yer değil mi? Temiz hava ve kuşların melodisi… Tüm bu şehir gürültüsünden uzak. Harika!”
Siyah saçları omuzunu örten kız heyecanla el çırptı.
“Evet! Hem babam da artık bizimle oynayabilir. Değil mi baba?”
Genç adam yoğun iş hayatının gerginliğinden bir çırpıda kurtulmuş gibi kızına gülümsedi.
“Evet, tatlım. Seninle istediğin kadar oynayacağım.”
“Baba! Bu haksızlık.”
Genç adam kaşlarını kaldırdı ve dikiz aynasından kızın yanında oturan küçük erkek çocuğuna baktı. Elindeki telefondan oynadığı oyunun sesi yükseliyordu.
“Benimle de oyna! Yarışalım! Hem bak göreceksin bu sefer seni yeneceğim.”
Adam sevgiyle güldü.
“Tamam tamam. Şimdi hepiniz emniyet kemerlerinizi takın.”
“Ben taktım bile! Ablam çok yavaş.”
“Hiç de bile! ”
Kız ellerini göğsünde kavuşturdu.
“Hadi ama Blanie, hemen surat asma. Orada seni bir hediye bekliyor.”
“Hediye mi? Yoksa…” Blanie iki koltuk arasından babasına doğru sarkmaya çalıştı ama kemer onu engelledi.
“Bu düşündüğüm şey mi?”
“Evet, ta kendisini.”
“Bir kedi! Ah, babacığım çok teşekkürler!”
“Hayatım, onu çok şımartıyorsun.”
Adam gülümsedi ve uzanıp yanında oturan kadını öptü.
“Kıskandın mı?”
Kadın kıkırdadı.
“Hem de çok.”
Blanie göğsünü sıkan kemerden rahatsız olarak geri çekildi ve siyah kaplı camlardan önünden akıp giden yollara baktı. Kış tatillerinde ailesiyle her zaman ormanlık bir arazideki koca ahşap evlerine giderlerdi. Orayı çok seviyordu. Özellikle de şehirde bu kadar göz önünde bir yaşamdan sonra orası cennet gibiydi.
Nefesi camı buğulandırırken etrafı ince bir örtü gibi örten karın dansını seyretti. Dışarıda yoğun bir sis bulutu olsa da etraf öylesine güzel görünüyordu ki…
İç çekti. Babasının şirketi ve konumu nedeniyle hep gösterişli bir hayatı olmuştu. Ne de olsa babası ülkede önde gelen şirketlerden birinin sahibi, bölgede ve dünyada adını duyurmuş köklü bir geçmişe sahip Rose Şirketleri’nin bir numaralı rakibiydi. Blanie şirketin varisiydi ama şirketin başına geçmeyi arzuladığı pek söylenemezdi. Zaten babası gençti ve küçük bir erkek kardeşi vardı. Bu durumda şirketin başına geçmek gibi bir derdi olmayacaktı. Hem bu hayat fena sayılmazdı. Her zaman en güzel elbiseleri giymiş, en seçkin okullarda okumuş, en lüks evlerde büyümüştü. İstediği her şeye anında sahip olmuştu Ama… Nedense hâlâ içinde bir şeyler eksikti. Güzeldi, hem de şirketlerinin yüzü olacak kadar güzel. Parlak siyah saçları, pamuk gibi cildi ve kopkoyu gözleri ona her zaman sakin ve olgun bir hava katıyordu. Omuz silkti. Saçmalıyordu. Eksiklik falan yoktu.
Güzellik ve para hayat bundan ibaret değil miydi?
Uzun bir süre karın beyaz sessizliği altında ilerlerken Blanie’nin düşünceleri bir örümcek ağı gibi zihnini sarmıştı.
Ve her şey göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşti.
“Hayatım… Hayatım dikkat e-”
Blanie’nin düşünceleri koptu. Çığlıklar kulaklarına doldu ve daha ne olduğunu anlayamadan başında bir acı hissetti. İstemsiz olarak eliyle başını yokladı. Islak bir şey eline bulaştı ve kaos baş göstermeden hemen önce gözleri havada uçuşan cam kırıklarının arasından kırmızı bir kamyonet seçebildi.
Kaos. Felaket, gürültü ve sessizlik.
Siyah jip yuvarlandı, yuvarlandı ve yuvarlandı. Uçurumdan düşerken parçaları etrafa saçıldı ve araba sonunda durduğunda bir kıvılcım yoğun siste parladı.
Alevler arabayı sardı ve gökyüzüne uzanan kızıllık kanla karıştı.
Dumanlar sisle yoğrulup hurdaya dönen arabadan acı inlemeler yükselirken Blanie kendini bilincini açık tutmaya zorladı. Arabanın arka koltuklarında sıkışmıştı. Emniyet kemeri göğsüne saplanmıştı ve yükselen dumanlarla beraber alnından süzülen ıslak kızıllık görüşünü bulandırıyordu. Bir klik sesi ve kara batan botların gıcırtısı kulaklarında uğuldadı.
Blanie konuşmaya çalıştı, bağırmaya, yardım istemeye… Ardından bir ses daha işitti. Karda sürüklenen bir şeyin sesi.
Blanie bir ümit inledi. Eğer hayali sesler duymuyorsa birisi… Birisi ona yardım edebilirdi.
Sesi sonunda çıktığında ve karda ilerleyen botların hışırtısı ona yaklaştığında Blanie’nin bedeni yanıyordu. Bazen bir duygunun bedenini tutuşturduğunu hissederdi, derisinin acıştığını ama bu sefer bedenini yakan bir duygu değildi daha ötesi alevlerin ta kendisiydi. Alevler bacaklarından yukarı tırmanmaya başladığında ve sıkışık bir pozisyonda acıyla baş etmeye çalışırken emniyet kemerini çözdü. Bedenine kırık camlar batıp ters dönmüş arabada yüzünün bir kısmı kara gömüldü.
En sonunda o birisi onu hızla sıkıştığı yerden kurtarıp karda arabadan uzaklaştırdığında Blanie’nin bilinci çoktan kapanmıştı.
Derisi yüzülmüş, kabarcıklar bedenini lekelemişti. Ve saçları… Saçlarının yarısı yanmıştı.
Artık… Güzel değildi.
Adam iki bedeni karda arabadan yeterince uzaklaştırdığında nefes nefese yere çöktü.
Uzaktan büyüleyici gözüken alevlere kısa bir bakış atıp yüzünü buruşturarak gözlerini yerde yatan bedenlere çevirdi.
Jip uçurumdan yuvarlandıktan bir müddet sonra aşağı inebilmişti. Aslında beklemişti. Sonuçta bu onun göreviydi.
“Eğer oraya indiğimde yaşıyorlarsa…” demişti kendi kendine. Yaşamamalarını diliyordu. Emir kesindi. Öldüklerinden emin olana kadar bekle demişti. Cesetlerini görene kadar bekle. Ya da küllerini…
Ama yapamadı.
Lanet olsun.
Kimi kandırıyordu ki? Yapmıştı, onları ölüme sürüklemişti ve şimdi de onları kurtaracak mıydı?
Hayır. Evet.
İlk olarak şoför koltuğundaki adamın yaşadığını anlayınca kemerini çözüp onu çıkarmıştı. Yanındaki kadın ve arkadaki çocuklardan biri aşağı indiğinde çoktan ölmüştü. Diğerinin ise sesi çıkmıyordu. Tam onun da öldüğünü düşündüğü sırada bir inleme duymuş ve arka koltuktaki kızı çıkarmıştı.
Yerdeki adam… Yutkundu. Adamın iki bacağı da arabanın altında ezilmiş, kopmuştu. Onu sürüklerken kar kanla yıkanmıştı.
Kız ise… Midesinin bulantısını bastırmaya, burnuna dolan yanık et kokusuyla öğürmemeye çalıştı. Kızın açığa çıkan kafa derisi ve ağır yanıklarla dolu bedeni berbat görünüyordu.
Böyle bir göreve neden onun gibi birini göndermişlerdi ki? Üstelik o daha bir çaylaktı. Tabii ya… Bunu anlamalıydı. Onu deniyorlardı. Hayır. O deniyordu.
Yumruğunu sıktı. Bunu… Bunu kendisi istememişti ama pişmanlık neye yarardı ki?
Ellerini yüzüne gömdü ve birkaç derin soluk aldı. O sırada telefonu çaldı.
Elleri titriyordu. Sakinleşmeye çalıştı. Arayan O’ydu. Onunla normal bir şekilde konuşmalıydı. Sakince.
“Bay Rose… Efendim.” Bakışları yerdeki bedenlerde gezindi. Adamın kanamasını durdurmak için sardığı bacaklarına baktı. Yırtık kıyafet parçaları kanla sırılsıklam olmuştu.
“Evet, efendim. Görevi layıkıyla tamamladım.”
Yüzünü buruşturdu. Bu adamın birinin ölüm emrini verirken bile nasıl bu kadar sakin kalabildiğini merak ediyordu.
“Tamam efendim, teşekkürler.” Telefonu kapatıp küfretti. Hepsini para için yapmıştı. Yüklü miktarda alacağı para için… Ama şimdi ne önemi kalmıştı ki?
Kesinlikle cezalandırılacaktı… Öldürülecekti. Ayrıca artık bir katildi. Bunu istememişti. Bu hayatı istememişti. Kararını verdi.
Elindeki telefonu sıktı. Ambulansı arayıp, bulundukları yeri, yaralıların sayısını ve acele etmelerini söyledi. Sonra ayağa kalkıp telefonu parçaladı ve parçaları yuttu. Bu işin arkasında Bay Rose ‘un olduğunu öğrenmemeliydiler. Hoş, zaten görüştüğü kimlik sahteydi ama riske atamazdı. Bir karısı vardı. Onu seven, onu bekleyen…
Telefonunu bulurlarsa… Hayır.
Karısının acı çekmesini istemiyordu. Ona işkence etmelerini istemiyordu.
Ağır adımlarla hâlâ büyük bir hışımla yanan alevlere yaklaştı. Bunu hak ediyordu. Bu ölümü hak ediyordu. Bu acıyı da öyle…
Kendini alevlerin sıcacık kollarına bırakmadan hemen önce karısına zarar vermemelerini diledi. Kendi canı yetmez miydi? Alevler bedenini sardı. Teni kavruldu, çığlıkları işitilmedi ve gözyaşları yanan ateşle buhar olup uçtu.
O artık küldü.
O artık özgürdü.
Hayır…Hayır.
O artık küldü.
O artık…
Hapsedilmiş bir ruhtu.
***
Daniel yine o her zamanki kusursuz yüz ifadesini takınmıştı. Telefonu kapatıp çöpe attı. Görev tamamlanmıştı… Umarım.
Charles boğazını temizledi ve Daniel’ın sakinlik maskesinin altında sakladığı huzursuzluğu anlamış gibi yavaşça sordu.
“Efendim, kontrol etmesi için birini göndereyim mi?”
“Hayır. Bunun yerine hizmetçilere söyle büyük bir ziyafet hazırlasınlar.” Gülümsedi ve pahalı içkisinin acı-tatlı kokusunu içine çekerek bir yudum aldı. “Bugünü kutlamalıyız.”
Charles odadan çıkarken Daniel hata yaptığını biliyordu ama işin en zevkli yanı da buydu. O çaylağı neden gönderdiğini kimse anlamamıştı. Anlayamazlardı da. Anlamaları için tıpkı kendisi gibi kötülük zehrinin damarlarından akması gerekiyordu. Kahkaha attı. Ona acı çektirmek istemişti. Birinin gözleri önünde can vermesini seyrettirmek, kâbuslarını süslemek, onu bir katil yapmak istemişti. Eğer bunu kaldıracak gücü yoksa şimdiye muhtemelen intihar etmişti. Görevini tamamlasın ya da tamamlamasın sanırım bu pek de önemli değildi. Bay Rose acı ile yaşardı. Elbette görevi bir başkasına daha sonra hallettirebilirdi, sadece şuan için o çaylağın içine yerleştirdiği umutsuz kötülükten zevk aldı.
O böyle birisiydi. Acımasız kelimesinin sınırlarını zorlayan bir zalimdi.
Çekmeceden yeni bir telefon çıkardı. Çaylağın karısına işkence etmek şüphesiz daha zevkli olacaktı. Bunu da planlamıştı. Eğer çaylak intihar etmemişse onun da izlemesini isterdi.
Bir numara tuşladı ve zalim kahkahasını kusursuz ifadesiyle bastırdı.
“Kadını getirin.”
Ah, karşısına öldürmek için ne kadar çok seçenek çıkıyordu. Mükemmel!
Scarlet ailesine gelince… Ian denen adamı hiç sevmezdi. Ah, ama kabul etmek gerekirse gerçekten sevimli bir kızı vardı. Yazık olmuştu. Abel’a yakışacak kadar güzel bir kızdı. Belki de küllerini bir kavanoza doldurtup oğluna hediye etmeliydi. Düşününce kötü bir şaka olurdu.
Ellerini zevkli bir sırıtış ifadesiyle çenesinde birleştirdi. Kızıl içkisi dudaklarının kıvrımlarına dolmuştu.
İç çekti. Yine kendisini kimse anlayamazdı. Rakip oldukları için onları öldürmek istememişti. Tamam, belki bunun da payı vardı ama o pislik adam geçen seferki davette kendisi için hırs delisi demişti. Hırs gereksiz bir sözcüktü. O sadece deliydi.
Ve bunu ona göstermişti.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


47   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   49 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.