Yukarı Çık




6   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   8 

           
Nafız gözlerini yavaşça açamadan önce, acaba şimdi hangi cehenneme yollanacağım diye düşündü. Metalik sesin kulağına ulaşmasını beklerken, kendine gelmiş etrafı inceliyordu. Yanındaki ağır yaralı Sallabaş ile beraber kendilerini tamamen bembeyaz bir odanın içinde buldular.
Meraklı gözlerle odayı araştıran Nafız sonsuz beyazlığın dışında, odanın içinde sadece kan kırmızı renkte bir kapının bulunduğunu keşfetti. Yaralı Sallabaş bilincini kaybetmiş şekilde yatarken, Nafız’ın aklı çeşitli düşüncelerin istilasına uğruyordu.
‘’Bırak onu, sana sadece yük olacak!’’
 “Öldür onu, acılarına son ver!’’
Kapakları inmiş bir barajın suları gibi hücum eden bu düşünceler yüzünden, Nafız olduğu yerde put gibi kalakaldı. Kısa süren bu durumdan sonra hafifçe mırıldanacaktı
“Belki hiçbir zaman çok cesur veya çok erdemli biri olmadım ama bana iyilik yapanları da yüz üstü bırakacak kadar şerefsiz değilim’’
İradesini ortaya koyup aklından geçen düşünceleri bertaraf eden Nafız, Sallabaş’ın koca kafasına asılarak odadaki tek nesneye doğru yürüdü. Sallabaş’ın yaralarından sızan kanlar, süt beyazı odanın zemininde kırmızı bir çizgi oluşturuyordu.
Önüne geldiğinde, çeşitli desenler ve kabartmalarla süslenmiş olan kapıda iki adet delik olduğunu keşfetti. Bir yaratığın ufak ağzını andıran deliklerin içini araştırmak için elini uzatan Nafız’ın parmakları, jilet gibi kenarlara değince kanamaya başladı.
Elinden akan kanlar hızla ağız biçimindeki deliklere çekilirken, Nafız’da yapılması gerekeni anlamıştı. Kapı kan istiyordu, yüzde yüz emin olmasa da, açılmasını sağlayacak tek yolun bu olduğuna kanaat getirdi.
Normal şartlarda, bu görevi Sallabaş’ın üstlenmesini istemekten çekinmezdi fakat bilinci yerinde olmayan ve çok kan kaybeden birini bu işte kullanmak, onu öldürmekle aynı kapıya çıkardı.
Derin bir nefes alıp dişlerini sıkan Nafız, ellerini kapıdaki deliklerden içeri soktu. Bileklerine kadar geldiğinde keskin kenarlar derisini parçaladı ve kanın kapının içine doğru akmasını sağladı. Bu anlarda, kapının biran önce açılmasını bekleyen Nafız için zaman geçmek bilmiyordu.
Uzuvlarındaki kanın tamamen çekildiğini hissetmeye başladığı sırada, ellerindeki akışın durduğunu keşfetti. Kapı ağır ağır açılmaya başlarken Nafız ellerini deliklerden çekmiş, bileklerindeki yaraların mucizevi şekilde kapanmasını izliyordu.
Yaşadığı kan kaybından dolayı halsiz düşen Nafız, Sallabaş’ı sürükleyerek kapıdan geçti. Giriş yaptıkları odaya baktığında küçük bir laboratuvar şeklinde tasarlanmış olduğunu gördü.
Duvarda bulunan tahtalarda çeşitli problemler yazılıydı ve masaların üstünde bazı deney tüpleri vardı. Cam kapların içindeki birçok madde, fokurdayarak ortama esrarengiz bir hava katıyordu.
Burada da bir kapı bulunmaktaydı. Öncekinin şaşaalı yapısının aksine, bu kapı düz siyah bir materyalden yapılmıştı. Görünürde kapının ne kolu ne kilidi vardı. Bir süre kapıyı inceleyen Nafız, herhangi bir ipucu yakalayamadı.
Kapıdan sonuç elde edemeyen Nafız, etrafındaki materyalleri incelemeye başladı. Tahtaların bir tanesinin başına geldiğinde, üzerinde geometri sorusu olduğunu keşfetti. Aceleyle bütün tahtayı teftiş eden Nafız’ın, ağzı kulaklarına varmıştı.
“En basit seviye geometri ulan bu!”
Nafız, iki açısı verilmiş bir üçgenin kalan açısının sorulduğu sorunun cevabını elindeki tebeşirle yazdığında, kapıdan bir kilit sesi geldi. Olayın mantığını anlayan Nafız, hızlı bir şekilde işe koyuldu.
Her çözdüğü probleme bir kilit açılma sesi eklenirken, tahtalarda bulunan bütün sorular bitmişti. Sorular bir ork için çok zor olsa da, Nafız liseyi bitirdiğinde eğitim sisteminin içine tam olarak edilmediğinden, basit soruları her hangi bir sorunla karşılaşmadan çözdü.
Nafız’ın beklentisinin aksine kapı açılmadı, bunun üzerine masaların üzerindeki deney tüplerine yöneldi. Her deneyin yanında talimat içeren bir parşömen bulunmaktaydı, nasıl olduğunu bilemediği bir biçimde yazılanları rahatlıkla okuyabiliyordu.
Son deney tamamlandığında, kapı kendiliğinden sonuna kadar açıldı. Nafız diğer odaya giriş yapınca, gördükleri karşısında gözlerine inanamadı. Kızgınboğa, elinde savaş çekiciyle onları bekliyordu.
‘’Benden kaçabileceğini mi sandın! Yanındaki cesedi buraya kadar taşıman ne büyük incelik’’ 
Kızgınboğa ikilinin üzerine yürürken konuşmasını sürdürdü
“Beni yaraladınız, yerimden ettiniz!’’
‘’İkinizi de lime lime edene kadar durmayacağım!’’
Nafız çaresizlik içinde sağa sola bakınırken, yanında zemine saplanmış bir hançer olduğunu gördü. Sallabaş baygın vaziyette arkasında yatarken, Kızgınboğa önünden boynuzlarıyla saldırıyordu.
Kaçmanın fayda etmeyeceğini anlayan Nafız, bir haykırma koparıp elindeki hançerle Kızgınboğa’nın boynuzlarına doğru saldırdı.
Zamanın duracakmış gibi yavaş aktığı bu anlarda, Nafız öncekinin aksine gözlerini kapatmadı. Kızgınboğa’nın boynuzlu büyük başına doğru ilerlerken, gözleri çakmak çakmak yanıyordu.
İki savaşçının birbirlerine girmesine ramak kala, Nafız burnuna gelen keskin bir koku ile bayılacak gibi oldu.
Silkinerek kendine geldiğinde önündeki sahne tamamen değişmiş, cinayet arzusuyla dolu kırmızı gözlerle ona bakan bir güzelliğin karşında uyanmıştı. Boğazında hissettiği soğukluğa bakmak için gözlerini öne eğdiğinde, az önce elinde tuttuğu hançerin şu anda boğazına dayalı olduğunu gördü.
‘’Kıpırdama küçük fare! Uslu uslu arkadaşını bekle!’’
Kafasını sağa çevirerek konuşan kadının baktığı yönde, Sallabaş yanında kendi kadar iri bir orkla görülüyordu. Diğer orkun elleri, kendinden geçmiş şekilde yatan Sallabaş’ın boğazında idi.
“Sen sınavları geçtin, bakalım arkadaşın geçebilecek mi? Geçemezse kanınla banyo yapacağımı bilmek, senin için bir problem olmaz umarım!’’ 
Şuh kahkahalar eşliğinde konuşan kadının yakut rengi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Gergin bekleyişin sonunda Sallabaş gözlerini açtığında, Nafız kalp atışlarının çıkardığı sesten sağır olmak üzereydi.
‘’Tamam, dostum her şey bitti, hareket etmeden sakince bekle’’
Yerinden kalkmaya çalışan Sallabaş ağrıyla inleyince, elleri boğazında bekleyen ork nazikçe Sallabaş’ın kafasına bastırarak konuştu. Bu ork odada bulunan diğer kadın gibi holograma benzer bir yapıda olsa da, görünümleri ve dokunuşları gerçekle birebir etki yaratıyordu.
‘’Mora, böyle iyi yürekli bir genç mirasımı alacağı için çok mutluyum. Sen ne düşünüyorsun?’’
İri kıyım ork, kırmızı saçlı kadının gözlerine bakarak sordu.
‘’Her ne kadar çok çirkin olsa da, bu veledin de yüreği kuvvetli! Sanırım artık ebedi istirahatimize çekilmenin vakti geldi Alyon’’
Az önceki vahşi halinin aksine son cümlesini söylerken sesi titriyor, gözleri nemleniyordu kadının. Mora’nın duygusallığa kapıldığını anlayan Alyon, konuyu değiştirmek için oturdukları yerde kalakalmış orklara dönecekti.
‘’Siz mirasımıza almaya hak kazanan savaşçılar, lütfen kendinizi tanıtın!’’
‘’Titrek!’’ önünde gerçekleşen olayların şoku Nafız‘ın sesine yansımış, ağzından çıkan kelime isminin ezikliğine layık şekilde titreyerek çıkmıştı.
‘’Benim adım da Sallabaş!’’ 
Sallabaş kaburgalarındaki kırıklar sebebiyle, ismini zar zor söyleyebilmişti.
‘’Seni kahpe kader, ölümde bile peşimizi bırakmadın değil mi?’’
Mora, miraslarını alacak kişilerin ismini öğrenince sinirli bir çığlık kopardı.
‘’Mora sakin ol!’’ 
Alyon sesine ciddiyet katarak konuştu. 
’’Bu kişiler belirlenmiş testleri geçmedi mi? Zindan onları seçti, biz de bunu kabul etmeliyiz!’’
Alyon, Mora’nın sinirli bakışlarına aldırış etmeden sözlerine devam etti.
‘’Ben sabık ork lordu Cesuryürek’in oğlu Alyon, bu güzel hanımefendi de Cehennem Diyarı’nın en ünlü silah ustası olan Abarran’ın kızı, sevdiğim kadın olan Mora’dır.’’
Alyon’dan gelen bu sözler Mora’yı sakinleştirmiş ve sanki biraz da hüzne sürüklemişti. Alyon, kısa bir soluktan sonra konuşmasına devam etti
‘’Biz, yaklaşık yüz sene önce adımızı bu kıtanın her yerine duyurmuş savaşçılarız. Hain bir planla öldürülmeden önce, mirasımızı ve benliğimizi bu zindana bağladık.’’
Nafız tüm yaşananları unutmuş pür dikkat Alyon’ un konuşmasını dinlerken, Sallabaş aldığı yaralardan ötürü acı içinde inliyordu.
‘’Sabret dostum, son şartı sağlayıp mirasımı alınca tüm acıların sona erecek’’ 
Alyon, Sallabaş’a umutla bakarak konuştu.
‘’İntikamımızı almaya yemin ettiğiniz vakit, tüm mirasımız sizin olacak. Bütün dünyayı karşınıza almak anlamına gelse de, mirasımızı istiyor musunuz?’’ 
Mora sorgular bakışlarla sorusunu yöneltti.
‘’Evet, sonucu ne olursa olsun mirasınızı istiyoruz!’’ 
Nafız tüm çekincelerine rağmen, içinden gelen dürtüyü bastıramayarak hemen cevap verdi. Yüz sene önce ölen bu canlıların tezahürünün kudretine tanık olan Nafız, ’’Sefilce yaşamaktansa, güçlü bir şekilde ölürüm’’ diye düşündü.
‘’Çok doğru bir karar verdin! Bunca konuşmadan sonra sizi öldürmek, benim de içimi acıtacaktı’’ 
Mora yüzüne insanın içini ısıtan bir gülümseme kondurarak konuşmasına devam ederken, arkasında hiçlikten iki tane tabut çıktı.
‘’Tüm hazinemiz ve benliğimiz tabutların içinde sizi bekliyor. Mirasımızı alınca, bilincimizi de beraberinde almış olacaksınız. Mirasımızı kaybetmek istemiyorsanız, verdiğiniz sözü sakın unutmayın!’’
Sözlerini tamamladıktan sonra, Alyon’un hologramı yavaş yavaş kaybolmaya başladı, bu tükenişte ona ellerini sımsıkı tuttuğu Mora’da eşlik ediyordu.
Nafız sahne karşısında ne diyeceğini bilemedi, içine çökmüş melankoliyle birlikte Sallabaş’ın yanına yürüdü.
‘’Kalk dostum, şimdi yeni hayatımıza başlamamızın zamanıdır!’’
———————————————————————————————————————————–
 Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?
 Friedrich Wilhelm Nietzsche
 


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


6   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   8 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.