+18 | Uygunsuz Dil | Ağır Konular | İntihar
Öhm. Merhaba. Evet. Blog bölümünü yaz-sil yapa yapa kendi adıma biraz sorunlu kullandığımı itiraf etmeliyiz. Sadece insan yazarkenki düşüncelerine sonradan sahip olmayabiliyor veya o düşüncelerin aslında çok kendine özel olduğunu fark edebiliyor. Hatta belki blogları sadece bir kişiyle iletişim kurma aracı olarak kullanıyor. Bundan mütevellit geçen birkaç bloğu iyisi kötüsüyle yok ettim. Sanıyorum ki bu blogda öyle bir şeye kalkışmam. Bir de tabii yazdığın bloğu sonradan sevmeyebiliyorsun. Yine de buna dayanıp kötü bir yazı yazmış olsam da silmeyeceğim.
"redesign - awfultune" çalıyor, güzel şarkı.
Redesign, yeniden yapılanma ve tasarlanma(tasarlama).
İnsan olarak gerçekten ne kadar değişebilir olduğumuzu merak ediyorum. Benim için önemli ve de sorgulamalara doyamadığım bir konu. Yalnız benim için değildir muhtemelen, sonuçta bu hayattaki çabamızı da belirliyor. Ve de iki taraf arasında seçim yapabilmemizi de. Bir tarafta değişmeyi kabul edip(değişme kapasitemizin olduğunu ve buna elverdiğini) buna yönelik çaba harcamak varken öte tarafta değişmenin aslında pek de mümkün olmadığı, çocukluktan bu yana(hatta belki doğduğumuz andan itibaren) kimi özelliklerimiz olduğu ve bunların bize kimlik verip yapımızı kurduğu ve de bu yapı değişmez olduğu için buna uyacak şekilde bir hayat sürmemiz gerektiği yer alıyor.
İki tarafı da biraz düşünelim. Şimdi ben olsam, bir özelliğimi hiç beğenmesem değişebilirliği savunur ve ona inanmak isterim. Sonuçta benim çıkarıma olan budur, uğraştırıcı olacak olsa da değiştirebilmek beni rahatlatacaktır. Fakat diğer yandan bu özelliği beğenmeme nedenime ve köke bakıp bunu çok da değiştirmem gerekmiyor olduğuna karar verip "Zaten de bu öyle kötü bir özellik değil ve bu benim özelliğim, hatta iyisiyle kötüsüyle karakterimi de oluşturuyor." deyip buna uyum göstermeyi de seçebilirim. Aslında ne kadar da kendimizi kandırmacalı bir bakış açısı ve de hiç objektif değil. Ama insan olmanın en önemli yanı aslında budur. İnsan objektif değildir. Çünkü objektif olabilmek için bir sıfır noktamız olmalıdır. Bunu geçelim. Hadi özellik konusunu somutlamaya çalışayım.
Kendimle ilgili etrafımdakilerin nefret ettiği ve benim çok da kötü olarak algılamadığım bir özelliğim var. Mine(eski ve daimi sevgili)’den de duyunca bu özelliğin gerçekten bende olduğuna ve abartılmadığına biraz daha inandım. Muhalifim. Yani siyasi bir muhaliflik değil kesinlikle bu. O kısma da sıçrıyor tabii de ama asıl köken "karşı olmak". Hatta biraz anarşistlik de denilebilir. Bunu o kadar sık ve o kadar şiddetle gösteriyorum ki bazen az önce söylediğim fikre karşı çıktığım oluyor. Peki bu özellik kötü mü, peki bu özellik bir işe yarar mı, peki bu özelliği insanlar neden sevmiyor? Bu özelliğin benim iyi gördüğüm tarafı şu ki benim farklı bakış açılarını en iyi şekilde ele almamı ve doğruyu en iyi şekilde bulmamı sağlıyor(ama şu da var ki doğru diye bir şeyin olmadığı sonucuna vardırıp beni kararsız da bırakabiliyor). Bu özellik kötü çünkü benimle tartışılmasını çok zor bir hale getiriyor. Özellikle de ben karşının benim bakış açımdan bakmıyor olduğunu düşünür ya da fark edersem. Aslında dayatmacı biri olmadığıma inansam da karşı tarafın benim bakış açımla en azından bir kez dahi olsun bakmazsa doğruyu algılayamayacağını düşünüyorum. Çünkü böyle de bir bakış açısı var. Belki yanlışları mevcut ama bakış açısını anlamazsan yanlışları da kavramazsın. Yani bana öyle geliyor. Bu sebeple sürekli zorluyorum. Hatta bu muhaliflik olayı yüzünden babamla kavga da etmiştim. En sonunda aramızda tartışma açmamaya başladık. Ben sürekli tartışmadan konuları saldım. Bunda da biraz şunun etkisi var(muhalifliğin öte yüzü): inat. Bazen de inada binebiliyor. Hım. Bazen belki tartışmamak ve düşünmemek de gerekiyor. Bilmiyorum. İnsan olarak ve de bu iki taraflı bakışımın(çiftdüşün?) etkisiyle düşüncelerimi de fazlaca çarpıtıyorum.
Evet, benimle ilgili bu özelliği anlamış olduk. Şimdi bunun analizini yapalım ve kalıcı olup olmadığına bakalım. Ben bu konuda özelliği refleksif kullanıp özelliği kapatıp açabildiğimi iddia edeceğim. Bu özelliğin bende yapışık olduğuna ve işime yaradığına inanıyorum ama bazı durumlarda tartışmaya girmemek gerektiğini de düşünüyorum. Özellikle de karşı tarafla. Kendinizle(yani kendimle) ise hayatımın sonuna kadar tartışacağım sanırım. Bunu bile bırakabilmiştim ama. Rahat bir yaşam sürmek için inanıp bazı şeyleri tartışmıyordum kendimle pek. Tabii bu da daha büyük bir tartışmaya döndü sanırım. Nihayetinde bu özellik sürekli var olacak. Ama, onu kontrol etmeyi öğreneceğim. Hatta kontrolü kaçırıyor olsam da az buçuk kontrol edebiliyorum da denilebilir.
Pratikte bakalım. Mesela bir arkadaşınız size arkadaşlık etmeniz için bir derdini anlatıyor. Böyle bir durumda aklınızdan karşı tarafın da haklı olabileceğine dair düşünceler geçebilir. Çünkü arkadaşınız ilah değildir nihayetinde. Fakat bu düşünceleri kendinize saklamalısınızdır çünkü arkadaşınız sizden bir çözüm istemiyordur, sadece konuşmaya ihtiyacı vardır. Ve bumm, aslında tüm insanlar çiftdüşün’lü ve muhaliftir. Ama sadece bazı şeylerde haksız olduğumuza inanmak istemeyiz veya bunu tekrar düşünmemiz vakit alır.
En basitinden ayrılık yaşamış olsun arkadaşınız. Belki siz farkındasınız ki zaten ilişkisi çok kötü durumdaydı ve sadece iki tarafa zarar veriyordu. Bunu o size gözyaşlarıyla geldiğinde söyleyemezsiniz. Çünkü (1.si) o zaten muhtemelen bunun farkındadır, (2.si) ilişkisi kopma düzeyine gelse ve kopması iyi olsa bile bunun olmasını istemiyordur. Eskiye dönmeyi, mutlu olmayı istiyordur. Ve de ilişkinin bu istekler adı altında yasının tutulmasını hak ettiği bilincindedir. Ki zaten arkadaşınız size daha sonra gelip yine konuşmak istediğinde, gözyaşlarını sildiğinde "Belki de böyle olması gerekiyordu." diyecektir belki. Tabii yine de o söylemeden siz ona bir şey demeyin. Dinlemenin ilk kuralı: konuşma! Tabii bazı durumlar da vardır. Bazı arkadaşlık ilişkilerinde ise arkadaşınız sizden bir şey bekler. Gözyaşlarını dindirecek bir şey, onun üreteceği bahaneleri sizin üretmenizi ister. İşte bu şekilde yardım isteyen kişilerde rahatça konuşup yardımınızı edebilirsiniz.
Ya daa, benim gibi gerizekalıca davranıp birinin sizden yardım beklediğini sanıp tüm düşüncelerinizi dökersiniz ve bakarsınız ki aslında karşımdaki sadece biraz dinlenilip ilgilenilmek istiyormuş.
Of.
Başlığı görünce aklıma gelen bir diğer şeyse sinirlerim. Sanırım kelime sözlüğüm(aklımdaki yani) daralıyor. "Sinirlerim laçka" çok sabit bir hal aldı beynimde. Anksiyetik biriyim. Siz de yaşıyorsanız anlamaya çalışalım bunu. Sürekli kafanıza bir şeyler takılır ve canınızı sıkar. Böyle içinizdeki sıkıntı hissi geçmek bilmez. Hani aslında dert etmeseniz dert edilmeye de bilecektir ama dert edersiniz, dert etmeniz daha doğru gelir. Ama bu belki şundan da olabilir: -Benim kendim için dediğim gibi- yaşamayı bilmiyor olabilirsiniz ve bunu nasıl bulabileceğinizi bulamadığınız için bunun verdiği rahatsızlığı başka sorunlara yansıtırsınız. Mesela şöyle örnekleyelim: Anahtarınızı kaybedersiniz ve küfredersiniz. Bunu yedek anahtarınız varken de, çilingir çağırsanız 15 dakikada hallolacakken de, anahtarı kaybettiğinizi sanarken de yapabilirsiniz. Nihayetinde çözümsüz bir dert değildir fakat alın işte canınızı sıkmıştır. Aslında hiçbir zaman canınızı sıkan şey anahtarın kaybolması değildir. Manyak mısınız, anahtar kaybetmekle can mı sıkılır. Ama bakın şunlardan dolayı canınız sıkılır: Eve gelip bir an önce üzerinizi değiştirip bir davete yetişmeniz gerekiyordur(planlarınızın alt-üst olması ve beklentinizin parçalanması namıdiğer hayalkırıklığı), yol boyu veya gün boyu sizi sinir edecek bir sürü şey olmuştur bir de üstüne bu anahtar olayı eklenmiştir(zaten sinirliyken katsayı artırımı yaşamak), anahtarlık hatıradır(üff, sizin için anlamı olan bir şey gitmiştir, resmen kalbinizden bir parça koparılmış olabilir), anahtarı kaybetmeniz sizi küçük düşürecektir(aileniz "neden kaybediyorsun" diye tatava yapacaktır; komşunuz kapıda kalmış halinize bakıp... bakacaktır, böyle baktığını ve bir şey demediğini hayal edin işte), çilingirle uğraşmak istemiyorsunuzdur(çünkü sosyofobiksinizdir, ya da tamircifobik de olabilirsiniz; insanlara güven probleminiz tamirciler ve kimi esnafla yüzleşince çok su yüzüne çıkıyordur)...
Ya işte, işte aslında anahtarı kaybetmek değil de altta yatan bu bir sürü sebepten genelde güzel güzel küfürler bulup savururuz anahtara. Yani, sonuçta şöyle düşünün: Lan ben niye sinirleniyorum ki, halledip geçelim. Nope. İşte size bunu dedirtmeyen şeyler canınızı sıkıyordur. Ve de bu duruma birileri canını sıkmıyorsa siz de sıkmayabilirsiniz bittabii.
Ve bu konunun can alıcı kapanışını yapayım: Siz anahtarı bulamadınız diye küfrederken sevgiliniz çıkıp gelir ve "Aman canım boş ver, çağırırız bir çilingir hallederiz sıkma canını." der. Ha, ne, ne anahtarı? Sktir et anahtarı. Hatta tüm sinir sebeplerini.
Sevdiğinizin canı sıkılır diye canınızı sıkmayı bile bırakabiliyorsunuz, biliyor musunuz?
İşte benim hayatımı bunca bombok hissettiren şey de bu.
Bu arada "HOŞÇAKAL KADAR - Büyük Ev Ablukada" çalıyor. Üff.
Ya işte. Bu duygu, eksiklik hissi, yalnızlık bende bol sinir yapıyor. Tatlı tatlı yazarken ne oldu da hem araya küfür sıkıştırıp hem de nahoş bir sürü kelime koydum? That’s why yalnızlık. Birine ait özel yalnızlık. Bir yapbozdaki unique alana gelecek o parçaya özel ve sadece o kişi tarafından doldurulabilecek bir yalnızlık.
MI?
Nihayetinde kimseye aşık olmadan önce de siz vardınız. Sonuçta aşık olduğunuz kişi olmadan da bir hayat yaşadınız ve o sonradan bu hayata dahil oldu. Yani tabii ki o kişi olmadan da yaşayabilirsiniz değil mi? Hem o kişiye onca değeri veren de sizdiniz. Bir insan kendiliğinden değerli olmaz ki. O kişiyi sizin için değerli kılan, saçının teline kıyamayan, gözyaşına dünyalar yakan sizsiniz. Böyleyse eğer o kişiyi değerli görmeyi bırakabilirsiniz de. Sonuçta o kişi kimdir ki? Size değer mi vermiştir, sizinle ilgilenmiş midir, sizi sevmiş midir? Bir insan bunları niye yapar biliyor musunuz? Sizden de aynısını görmeyi bekledikleri için. Bunu büyük yazayım: NE OLURSA OLSUN, ÖYLE DEĞİLMİŞ GİBİ DÜŞÜNÜP BUNA İNANSALAR BİLE AYNISINI GÖRMEYİ BEKLEDİKLERİ İÇİN BUNU YAPARLAR.
Na. Bu onları kötü yapmaz. Sadece değerlerini anlayın diye yazıyorum çünkü BİZ DE BUNUN İÇİN SEVERİZ. Hayatın karşılıklılık ve çıkara dayanması sizi rahatsız etmesin. Hayattaki en güzel çıkar ilişkisi iki kişinin birbirini sevmesidir. Çünkü iki kişinin muhteşem bir mutluluğa ulaşmasına katkıda bulunur.
Tabii mutlu olmak gerekli midir ve amaçlanması gereken bu mudur bunu da tartışmak lazım. Eğer biraz depresif davranıp sadece mutluluk peşinde koşmayı bırakmazsanız ve de anlam zeminine bir yaşam stili oturtmazsanız öyle bir savuruyor ki hayat sizi. İnanın bana, nefes dahi alamayacak bir sarsıntı yaşıyorsunuz. Çünkü mutluluk çok kırılgan, kaygan ve yalancıdır. Ve de yoktur. Mutluluk bir inanç içinde yer alır. Mutlu olduğunuza inandığınızda artık mutlusunuzdur. Bakın şöyle yapalım: Neden mutsuz olasınız ki mutlu olmak gibi bir şey varken. Mutsuz olmaya, o kötü hisse değecek tek bir neden yoktur hayatta gerçekte. Düşünüp kendinizi telkin ederek bile mutlu olabilirsiniz. Ama bir taraftan bu o kadar sıkıcıdır ki tat vermez. Niye mutlu hissetmek isteyeyim ki. Mutluluk kendiliğinden olmalıdır. Tabii bunun mümkün olup olmadığını bilmiyorum. Bence kesinlikle mutlu olup olmamamız üzerine düşünsel bir kontrolümüz var.
Mutluluk rahatsız duygulardan arınmakla mümkündür,
diyebilir miyiz?
Bence diyebiliriz. Ama mutluluk ve mutsuzluk bir anlam arayışı araçlarıdır da. Doğru ve yanlışın yansımalarıdır. Doğal zekayı eğiten şeylerdir. Galiba hayattan ne istediğimizi bilmeliyiz.
Evet Mine, yine buraya geldi konu. Hayattan ne istiyorum ki ben?
Ki benim için hayattan bir şey istemek biraz Allah’tan bir şey istemektir. Ben ise bizi ayırdığı için O’na hayli dargınım.
Şeytanla bi’ konuşayım ya, belki o bir şeyler biliyordur. Kiddin’?
Lanet olsun. İntihar etmeyeceğim.
Kamil
"Sufle - Konuşmak İstemiyorum" kapanış.