Jazgul, hayatında gördüğü en büyük gemiye bakarken ağzı hayretle açık kaldı.
Bu gemi nehirden aşağı süzülecek, denize çıkacak ve ardından komşu bir ülkeye yol alacaktı — en azından ona öyle söylenmişti. Jazgul, bu gemide çok gün geçirecekti; ellerinin parmaklarıyla sayamayacağı kadar çok gün. (Zira Jazgul’un sayabildiği en yüksek rakam, iki elinin parmakları kadardı.) Etraflarında, onları uğurlamaya gelen birçok insan vardı.
Gemi görkemliydi. Böylesine bir gemiye binebileceğini hayal bile etmemişti. Fakir bir aileden geliyordu; anne babası ona sadece bir isim ve günde en sade yemekleri vermişti. Ve en sonunda, onu köle olarak satmışlardı.
Jazgul konuşamıyordu. Duyabiliyordu ama nedense doğduğu günden beri sesi hiç çıkmamıştı. Çalışabiliyordu, gerçi başkaları kadar ağır işlere dayanamazdı. Fakat ailesinin onu geçindirecek imkânı yoktu.
Jazgul, kesinlikle bir “cariye” olacağından emindi. Öyle kötü görünmüyordu; burnu biraz basık olsa da genel hatlarıyla alımlıydı. Evet, cariye olmak onu mutlu ederdi. “Fahişe” gibi değildi bu; onlar her gün, sürekli çalışmak zorundaydı. Oysa cariyelerin sadece tek bir erkeği memnun etmeleri yeterliydi.
Bu yüzden, büyük eve getirildiğinde çok sevinmişti. Kesinlikle cariye olacağını sanmıştı.
“Burada olman ne büyük mutluluk,” diye karşılandı o evde. Evin sahibinin yaşlı, sapık bir adam olduğu söylenmişti ama bu söylentilerin hiçbiri doğru değildi. Aksine, karşısında çok ama çok sevimli birine hizmet ettiğini gördü. Bembeyaz saçlı, hafifçe tombul birine.
Jazgul’un konuşamamasına, okuma yazma bilmemesine kimse alınmadı. Tam tersine, ona pahalı kâğıtlar ve bolca mürekkep verildi; yazamıyorsa resim yapması istendi.
O da görevlerini gayretle öğrendi, böylece bu yerde işe yarayabilirdi. Öğrenirken bolca yemek yiyebildi, güzel kıyafetler giydi. Hizmet ettiği kişinin ne kadar iyi kalpli olduğunu fark etti. Resim yapmak ise tarifsiz bir eğlenceydi. Dışarıdaki manzarayı çizerdi, evin sahibini ya da kıdemli hizmetkârları. Bazen de bir rüyasında gördüğü şeyleri. Bir keresinde, tıpkı şu anda önünde duran kocaman bir gemiye bindiğini görmüştü rüyasında. O resmi çizdiğinde, evin sahibi bunun özellikle iyi bir resim olduğunu söylemişti.
Evet, çok iyi bir iş bulmuştu.
Ona, hanımıyla birlikte tekneyle uzak bir ülkeye gidip gitmeyeceği sorulduğunda, gitmeye karar verdi. Daha önce, köle olarak satıldığında bir kez gemiye binmişti ama berbat bir deneyimdi. Bu tekne ise çok daha eğlenceli görünüyordu. Köle gemisinde bile deniz tutmamıştı, o yüzden bunda da bir sorun olacağını sanmıyordu. Ama Jazgul’ün hizmet ettiği kişi zayıf ve güçsüzdü, bu yüzden onun yerine fazladan çalışmalı, daha enerjik olmalıydı.
Hizmet ettiği kişi hasta gibiydi; solgun bir ten, bembeyaz saçlar ve meyve eti gibi kırmızı gözler... Öğle güneşinde teni kıpkırmızı olur, yanar; parlak ışığa bile dayanamazdı. Ama beyaz saç, beyaz ten ve kırmızı gözler Tanrı tarafından seçilmiş olmanın işaretiydi ve bu onları özel kılıyordu. Hanımı bu özelliklerin bir yük olmadığını söylüyordu. Jazgul ise hanımının şanslı olduğunu düşünüyordu—sanki düşüncelerini okumuş gibi, solgun bir el boğazına uzandı, onu okşadı ve kendisinin de özel biri olduğu söylendi. Hatta bir sesten bile daha özel bir şeye sahipti. Bu düşünce onu son derece mutlu etti.
Jazgul’ün hizmet ettiği bu kişi çok önemliydi, kralın bile kulağına fısıldayabilen biriydi. Böylesine önemli biri neden bu kadar uzağa gitmek zorundaydı? Sebebi işti. O kadar özeldi ki, kralın bile yapamayacağı şeyleri yapabiliyordu.
Jazgul, son derece zeki birine hizmet ediyordu; o kadar çok şey öğretiyordu ki... Fakat hanımıyla fazla vakit geçirdiğinde diğer nedimelerin ona kötü kötü baktığını fark etti, bu yüzden yanında fazla kalamıyordu.
“Hey, hazır mısın?” diye seslendi iri yapılı bir adam—muhtemelen tayfalardan biriydi.
Jazgul heyecandan yerinde duramıyordu. Tekneye binmek için sabırsızlanıyordu. Acaba bu garip, uzak ülke rüyasında gördüğü gibi yemyeşil mi olacaktı?
“Jazgul,” diye seslendi bir ses. Korkuyla irkildi; hanımı oradaydı. Güneşten korunmak için yüzünü örtmüş, peçe takmıştı. Tenine kalın bir tabaka merhem sürülmüş, yanından hiç ayrılmayan bir hizmetli de dikkatle şemsiyeyi tutuyordu. Yine de hizmetli hanımının gölgesini tam ayarlayabilmek için ayak parmaklarının ucunda durmak zorunda kalıyordu—zira hanımı neredeyse bir kafa boyu daha uzundu.
Güneşin kavurucu sıcağı korkutucuydu, ama dışarıdaki esinti oldukça hoştu. Kızıl gözler ışığa kısılırken, çevresini süzdü.
Jazgul, tapınak bakiresinin aslında kırk yaşını çoktan aşmış olduğunu güvenilir bir kaynaktan öğrenmişti. Jazgul’ün köyünde bu yaş, birinin çoktan nine ya da dede olabileceği bir dönemdi; çünkü insanlar nadiren uzun yaşardı. Aslında Jazgul’ün anne babası da aşağı yukarı o yaştaydı. Yıllarca tarla işleri ve hayvancılıkla uğraşmaktan ciltleri yanmış, kırış kırış olmuştu. Tapınak bakiresinin güzelliğini koruyan teni ise buna kıyasla hâlâ genç görünüyordu. Belki bir zamanlar daha inceydi, ama artık biraz göbek yapmıştı. Bu, zenginlik göstergesiydi ve Jazgul’ün köyünde böyle bir şey güzellik olarak kabul edilirdi.
“Gideceğimiz ülke… Shaoh’a kıyasla çok daha fazla suya sahip.”
Jazgul, usulca başını salladı. Diğer nedimeler, kararını verdiği anda ona çoktan anlatmışlardı.
“Orada buğday ve pirinç yetiştiriyorlar, her taraf yemyeşil.”
Tahıl ürünleri büyük bir lükstü; onları yetiştirenler bile çoğunu vergi olarak vermek zorunda kalır, tadına bakamazlardı. Shaoh’un şehir merkezi ticaretle dolup taşsa da, çok uzağa gitmeden sefalet içindeki köylere rastlanabilirdi. Böcekler çoğalmaya başladığında, kıtlık da hızla gelirdi. Jazgul’ün satılmasının sebebi de ailesinin yeterince yiyecek üretememesiydi.
Bol yiyeceğe sahip bir ülkeyle dost olmak çok önemliydi. İşte bu yüzden saygıdeğer tapınak bakiresi bu uzun yolculuğa çıkıyordu. O yeni ülkede farklı bir dil konuşuluyordu, ama Jazgul zaten konuşamıyordu, bu yüzden sorun olmayacaktı. Yine de iyi bir dinleyici olmayı öğrenmek zorundaydı.
Tapınak bakiresi Jazgul’e baktı ve başını okşadı. Jazgul gözlerini kapatıp memnun bir oğlak gibi gülümsedi.
“Merak ediyorum… Dün gece ne rüyalar gördün acaba?”
O, sularla dolup taşan güzel bir şehirde yürüdüğünü görmüştü. Daha sonra, gemide vakit bulduğunda bu rüyayı resmetme fırsatı olacaktı.
Denizciler hareket hazırlıklarıyla koştururken, Jazgul, diğer nedimeler ve tapınak bakiresi kamaralarına doğru ilerlediler.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.