Yukarı Çık




35   Önceki Bölüm 

           
Yüksek tepeye giden yol fazla uzun sürmedi. Nephis önden gidiyor, her dönemeçte doğru yolu buluyordu. Böylece labirenti keşfetmeye ya da çıkmaz sokaklardan geri dönmeye gerek kalmadı. Üstelik etrafta tek bir Kıskaçlı Avcı bile yoktu.

Aslında Cassia olmasa çok daha hızlı ilerleyebilirlerdi. Görme yetisini kaybetmiş olan kız, elindeki bastonla ancak ağır ağır yürüyebiliyordu. Altın ip tarafından yönlendiriliyor, her adımından önce bastonuyla zemini yokluyordu. Kızıl ormanın engebeli yolları, kör birinin yürümesi için hiç de uygun değildi.

Sunny pek konuşmadı, sadece arada sırada bu tuhaf ikiliye şaşkın bir bakış atıyordu. Ne kadar bakarsa baksın, Cassia tam anlamıyla bir yük gibi görünüyordu. Belki bunu söylemek zalimceydi ama Rüya Diyarı’nın acımasız gerçekliğinde, yanlış bir nezaket ölüme giden kesin bir yoldu.

Sunny, kızı gözlemlemeden önce Cassia’nın korkunç Kusur’unun ardında gizli bir Yönelim gücü olabileceğini umuyordu. Ama şimdi anlıyordu ki öyle değildi. Yürümekte bile zorlanıyorsa, nasıl bir güç saklayabilirdi ki? Kör bir kız kendini bile koruyamıyorsa, varlığı sadece yol arkadaşlarını tehlikeye atardı.

Yani ya çok aptal olmalıydın ya da intihara meyilli! Sunny, her iki fikrinde Nephis’e uymadığını düşünüyordu.

Güneş batmak üzereyken tepeye vardılar. Yamaca tırmanıp devasa mercan sütuna yaklaştıklarında, Nephis altın ipi ortadan kaldırıp tekrar çağırdı. Böylece ip çözülmüş, ellerinde düzenli bir demet hâline gelmişti.

‘Demek bir Hatıraymış.’

Sunny, sihirli ipin özelliklerini merak etti. Merakı çok geçmeden giderildi; ipin uzunluğu gözlerinin önünde artmaya başladı. Birkaç saniye içinde, eskisinin üç katına çıkmıştı.

Nephis, ipin ucuna düğüm atıp havaya fırlattı. Çember hâlindeki ucu, mercan sütununun tepesindeki bir çıkıntıya dolandı. Kız ipin sağlamlığını test etti, ardından çevik bir şekilde yukarı tırmanıp el sallayarak Sunny’ye gelmesi için işaret verdi.

Sunny bir an tereddüt etti, sonra ipi kavradı.

Eğer Nephis başını gövdesinden ayırmak isterse şu an mükemmel bir fırsat sahip, diye düşündü. Savunmasız bir şekilde tırmanırken, Nephis tepede bekliyordu… Evet, zihninde bu olasılık git gide gerçeğe dönüşüyordu.

‘Paranoyak olma!’ diye kendini uyardı.

Nephis’in ahlaki değerlerine değil, başka bir şeyine güveniyordu, yani eğer kız onu öldürmek isteseydi, bunu çoktan yapardı. Beklemeye de hiç gerek yoktu.

Hem korkmuş hem de garip bir şekilde rahatlamış hissederek, çevik hareketlerle yukarı tırmandı ve Nephis’in yanına çıktı. Ardından merakla aşağıya baktı, Cassia’nın nasıl çıkacağını görmek istiyordu.

Kör kız bastonunu ortadan kaldırıp ipe yaklaştı. Eliyle ipin ucundaki çember yapılmış düğümü buldu, ayağını içine yerleştirdi. O anda Nephis ipi çekmeye başladı, Cassia’yı yavaş yavaş yukarı kaldırdı. Kız sadece Nephis’in elini tutup küçük bir adım atarak tepeye ulaştı.

‘Hıh. Etkileyiciymiş.’

Mercan sütunu, dev şövalyenin boynu olan taş platformdan bile büyüktü. Hatta küçük bir ada gibiydi. Adanın en yüksek noktasında, mercan kanatlarının ardında küçük bir kamp kurulmuştu. Yerde yatmak için deniz yosunları, güneşte kurutulmuş Avcı eti parçaları ve bir ateş çukuru vardı.

Sunny ateş çukurunu işaret etti.

“İki gece önce ateş yakan siz miydiniz? Uzaktan turuncu bir ışık görmüştüm.”

Cassia’nın yüzü karardı.

“Evet, o zaman ilk kez ateş yakmıştık. Ama bunun çok kötü bir fikir olduğu ortaya çıktı.”

Nephis derin bir nefes aldı.

Sunny kaşlarını kaldırdı, şaşkın.

“Neden ki?”

Kör kız saçına dokunup başını Nephis’e çevirdi.

“Geceleri herhangi bir ışık canavarları çeker. Önce Kıskaçlı Avcılar saldırdı. Sonra… sonra…”

Sesi titredi, cümleyi tamamlamadı. Ama Sunny’nin zihninde o devasa dokunaçlı yaratığın görüntüsü hâlâ tazeydi.

Demek ki bu iki kıza tam zamanında rastlamıştı. Yoksa o da bu gece bir ateş yakıp et kızartacaktı.

“Anlıyorum.”

Nephis gökyüzüne baktı, ardından boğazını temizledi.

“Şimdilik sorun yok. Güneş batmadan önce hâlâ vaktimiz var.”

Sonra ateşi yakmaya koyuldu. Cassia, yosunların üzerinde oturup bekledi. Ne yapacağını bilemeyen Sunny ise yere oturup yorgun, morarmış bedenini dinlendirdi.

Bir süre sonra konuştu:

“Çantamda taze et var. Sizde su var mı?”

Cassia gülümsedi.

“Evet!”

Kolunu uzattı, ardından elinde desenli mavi camdan yapılmış zarif bir şişe belirdi.

“Bu bir Hatıra. Her zaman dolu olur.”

Sunny şişeyi aldı ve imrenerek baktı.

‘Bitmeyen bir su kaynağı ha? Benim gümüş çanımdan çok daha faydalı!’

“Teşekkürler.”

Şişeyi dudaklarına götürüp kana kana içti. Ne kadar içerse içsin, içindeki su azalmıyordu.

“Gerçekten sonsuz mu?”

Cassia saçına dokundu.

“Pek sayılmaz. Eğer ters çevirip sürekli akıtırsan, yarım saat kadar sonra bitiyor. Ama kısa süre sonra tekrar doluyor.”

O sırada Nephis ateşi yakmıştı bile. Başını kaldırmadan Sunny’nin çantasını aldı, açtı. İçinden bir Ruh Parçacığı yuvarlanıp çıktı. Uzun kız önce ruh parçacığına, sonra Sunny’ye baktı. Ardından parçacığı tekrar çantaya koyup eti çıkardı.

Sunny gerildi, yalan söylemeye hazırlanmıştı. Ama Nephis soru sormadı. O da hiçbir şey olmamış gibi davranıp Cassia’yla konuşmaya devam etti.

“Yine de harika bir Hatıra. İçilebilir su bulmak kolay değil.”

Cassia başını sallayıp gülümsedi, iltifattan memnun kalmıştı.

Kısa süre sonra kızartılan etin güzel kokusu havaya yayıldı. Aynı anda güneş ufka yaklaşmaya başladı, derinlerinden bir uğultu yükseldi ve karanlık suyun ilk izleri kızıl duvarların arasında belirdi.

Sunny doğuya baktı, gökyüzü çoktan kararmaya başlamıştı. Huzursuzca kıpırdandı.

“Kıskaçlı Avcılar buraya kadar geliyor mu?”

Nephis eti çevirdi, başını salladı.

“Evet. Ama sadece geceleri. Gündüz vakti ortadan kayboluyorlar.”

Sunny gülümsedi, nedenini tahmin etmişti.

“Çünkü hepsi benim kaldığım yere toplanıyor. Görmeliydiniz — buranın batısındaki yüksek kayalığı. Gerçi kaya değil, aslında bir heykel.”

Cassia’nın gözleri büyüdü.

“B… bir heykel mi? Ama hayatta kalabilmen için…”

“Evet, dev bir şövalye heykeli. En az iki yüz metre boyunda. Kafası yok, ben de boynunun üstüne sığındım. Neyse… buraya gönderildiğimiz gün, deniz yaratıklarından ikisi o heykelin yanında birbirine girdi. Su çekilince, yerde devasa bir leş kaldı. Yüzlerce Avcı onu parçalıyordu.”

Nephis başını salladı.

“Bu, gündüz vakti canavarların nereye kaybolduğunu açıklar. Ne kadar sürer?”

Sunny gözlerini kırpıştırdı.

“Ne kadar sürer derken?”

Değişen Yıldız birkaç saniye sessiz kaldı, bakışlarını ona dikti.

“Ne kadar… yani leşi yemeyi bitirmeleri ne kadar sürer?”

“Ah. Bir gün, en fazla iki.”

Nephis başını çevirdi, eti ateşten alıp hızla söndürdü.

‘Bu kızda kesin bir gariplik var!’

Üçü, alacakaranlığın solgun ışığında yemeklerini yediler. Et sulu, yumuşak ve tarif edilemeyecek kadar lezzetliydi. Sunny, Akademi’nin yemekhanesinde bile bu kadar güzel bir şey yememişti. Tabii açlığının da bunda payı vardı.

Zaman zaman su şişesini birbirlerine uzatıyorlardı.

Yemeklerini bitirdiklerinde karanlık deniz geri gelmiş, gece tamamen çökmüştü. Her yer yoğun bir karanlığa gömülmüştü.

Elbette Sunny, hem Nephis’i hem Cassia’yı net bir şekilde görebiliyordu. Gece, Değişen Yıldız’ın görünümünü pek değiştirmemişti. Kör kızsa, kimse görmüyor sanarak kendini daha da bırakmıştı, gündüze göre çok daha kaybolmuş, yalnız ve korkmuş görünüyordu.

Bu hisleri bastırmak istercesine neşeli bir sesle konuştu,

“Eee, artık resmî olarak tanışalım mı? Ben Cassie.”

Nephis o yöne dönüp omuz silkti.

“Neph.”

Sıra Sunny’ye geldi. İsmi doğrudan sorulmadığı için rahatlayarak gülümsedi,

“Ben Güneşsiz. Ama bana Sunny diyebilirsiniz.”

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

35   Önceki Bölüm