Kıskaçlı Avcı ölmüştü. Ancak onu öldüren Sunny’nin kılıcı değildi.
Hedefin çevresinde dönerken, fark edilmemeye odaklanmış, saldırı için en uygun pozisyona ulaşmadan yaratığın dikkatini çekmemeye çalışıyordu. Bu yüzden canavarın sadece arkasına dikkat etmişti.
O yüzden, yağmurun gölgesinde gizlenmiş o korkunç yarayı fark etmemişti — yaratığın çenesinin biraz altından başlayıp eklemli bacaklarına kadar uzanan derin bir yara.
Kırılmaz kabuk, sanki teneke kutu gibi yırtılmıştı. Avcının eti ve paramparça olmuş organları, iri bir yarıktan açıkça görülüyordu; içlerinden mavi kan sızıyor, sonra fırtına tarafından yıkanıp kayboluyordu.
Sunny yutkundu.
Eğer onu öldüren şeyin dehşetinden ödü kopmasaydı, çoktan ölmüş bir yaratığa mükemmel bir pusu kurmuş olmanın garipliğini hissedebilirdi.
Etrafına bakındı kararsızdı sonra Gök Kılıcını geri yolladı ve kendini gölgesiyle sardı.
Küçük ada, rüzgârın uluması dışında sessizdi. Yağmur hâlâ yağıyor, uzaktaki her ayrıntıyı gizleyen bir perde oluşturuyordu. Arada bir çakan bir şimşek, bu kasvetli dünyayı bembeyaz bir ışıkla dolduruyor, ardından gelen gök gürültüsü dünyayı titretiyordu.
Kemiklerine kadar işleyen bir korkuyla, bir sonraki Avcı’ya yöneldi. Şu an bile onun da ölmüş olduğunu fark edebiliyordu, ama emin olmak için yaklaştı. Gerçekten de ölmüştü, yaratık ne tarafından yapıldığı bilinmeyen bir saldırıyla neredeyse ikiye bölünmüştü. Yaratığın iç organları ıslak ve dağınık bir hâlde yerde yatıyordu.
Karanlık artık huzur verici olmaktan çıkmış, korkunç ve boğucu bir hale bürünmüştü. Sunny ürperdi.
…Sekiz yaratığın tamamını kontrol edip hepsinin öldüğünü doğruladığında, midesi bulanıyordu ve korkudan aklını kaybedecek gibiydi. Siyah siluetlerin birer avcı olduğunu fark ettiğinde durumun daha kötü olamayacağını düşünmüştü ama artık düşünmüyordu.
Şu an durum kötüden daha beter bir durumdaydı.
Son kıskaçlı avcının yanında durup etrafına bakındı, Neph ve Cassie’ye dönmeyi düşündü. Belki de o korkunç katil adayı çoktan terk etmişti. Saklanabilirlerdi… ve en iyisini umarlardı. En azından yalnız başına dolanmazdı.
Ama karanlığın içinde ne tür bir tehlikenin saklandığını bilmemek muhtemelen sabaha kadar onu delirtirdi. Üstelik onun Mukadder Niteliği sağolsun en iyisini ummak yapabileceği en büyük aptallık olurdu.
Bu yüzden, fırtına da bile soğuk terler dökerek, dişlerini sıktı ve adanın geri kalanını gizleyen yüksek sırtlı kayanın olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Yaklaşınca, sessizce tırmandı.
Kaya çok yüksek değildi, bu yüzden zorlanmadan tırmandı. Tepesinde uzanıp aşağıya baktı.
O anda neredeyse kendini geriye atacaktı.
Çünkü hemen altında duruyordu — birkaç metre ötede — kayalara yaslanmış karanlık bir siluet. KıskaçlıAvcı’lardan çok daha büyüktü, kalın kabuğunu saran sivri dikenlerle kaplıydı. Kitin zırhı siyah ve kızıldı, sanki kadim bir zırh kanla boyanmış gibiydi. Kıskaç yerine, kollarından çıkan iki korkunç orak vardı.
Her biri, Kıskaçlı Avcı’yı ortadan ikiye ayırabilecek kadar uzun ve keskindi.
Sunny dondu kaldı, nefes bile alamıyordu.
‘Demek katil buymuş.’
Bu, dev köpekbalığının cesedinden Üstün Ruh Parçacıklarını toplayan canavarlardan biriydi — ya da aynı türden başka bir canavar. O iki yaratığın, Avcı sürüsünün içinden geçerken önlerine çıkan her yaratığı nasıl doğradıklarını hatırladı. Bu kadar ölümcül bir şey için bir kaç avcıyı öldürmek sorun olmazdı.
Üç Uyuyan’ı öldürmek de.
Çıt bile çıkarmamaya özen göstererek yavaşça aşağı kaydı. Bütün bedeni titriyordu. Kollarını ve bacaklarını büyük bir dikkatle hareket ettirerek kayanın sırtından aşağıya inmeye başladı. Bir yandan da fark edilmemek için dua ediyordu.
Neyse ki yaratık, varlığından habersizdi.
Zemine ulaştığında, birkaç adım geri çekildi, hâlâ yaratığın o tarafa bakıyordu. Sonra kendini zorlayarak arkasını döndü. Sanki sırtı görünmeyen gözler tarafından deliniyordu. Sessizce arkadaşlarının olduğu yöne doğru ilerledi.
Birkaç dakika sonra Nephis ve Cassie’nin oraya ulaştı. Kızlar gergin ve endişeliydi, karanlıkta onun dönmesini bekliyorlardı. Gölgeden çıkmadan önce, yaklaşmakta olduğunu belli etti.
“Ben geldim.”
Nephis irkildi, kılıcını biraz indirdi. Yüzü asıktı.
“Durum nedir?” diye sordu, sesini alçak tutarak.
Sunny derin bir nefes verip biraz olsun rahatladı. Uzun zamandır ilk kez, bu lanetli yerde yalnız olmadığı için gerçekten mutluydu.
“Etrafımızda sekiz Avcı var. Ama hepsi ölü. Katil, o büyük canavarlardan biri — şu kırmızı kabuğu ve kıskaç yerine kemik orakları olanlardan. Şu anda fırtınadan korunmak için ilerideki büyük kayanın ardında saklanıyor.”
Bir şimşek çaktı ve her yeri aydınlattı. Şimşek çakınca, Değişen Yıldız’ın gözlerinde iki beyaz kıvılcım çıkmış gibi oldu. Sonra kayboldu, gözleri tekrar gri ve okunaksız bir hal aldı.
Başını yana eğip kendi kendine mırıldandı:
“Bir Uyanmış Canavar.”
Sunny dudaklarını yaladı.
“Evet. Peki, ne yapacağız?”
Nephis bir süre kılıcına yaslanarak düşündü. Sonra ona baktı ve,
“Onu öldüreceğiz.” dedi.
***
Sunny de ona baktı, nutku tutulmuştu. Sonunda kendini toparlayıp aklına gelen ilk şeyi söyledi:
“Sen kafayı yedin herhalde?”
O şeyle savaşmak, delilikti. Sözlerinin fazla kaba kaçtığını fark edince, boğazını temizleyip ekledi:
“Hmhm. Yani… bunu etraflıca düşündün mü? O canavarı nasıl öldüreceğiz?”
Nephis yavaşça nefes aldı.
“Düşünecek bir şey değil bu. Başka seçeneğimiz yok.”
Cassie’ye baktı, yüzü bembeyazdı. Sonra açıklamaya devam etti:
“Sabah olmadan kayalıklardan ayrılamayız, canavar da ayrılamaz. Ancak güneş doğduğunda, bizi görüp saldıracaktır. O zaman tek avantajımız — yani sürpriz saldırı faktörümüz — yok olacak. Madem savaşacağız, en azından ilk saldıran biz olalım.”
Değişen Yıldız etrafına baktı ve ekledi:
“Henüz tamamen karanlık değil. Zar zor da olsa hâlâ görebiliyorum. Gece bastığında bu da mümkün olmayacak. Bu yüzden acele etmemiz gerekiyor.”
Sunny başını salladı.
“Bu hâlâ onu nasıl öldüreceğimizi açıklamıyor. O şey sekiz Avcı’yı tek başına paramparça etti! Biz onun rakibi değiliz. Zayıf noktalarını bile bilmiyoruz!”
Nephis kaşlarını çattı. Kısa bir sessizlikten sonra söyledi:
“O sadece Uyanmış bir Canavar.”
Sunny ona inanamayan gözlerle baktı.
“‘Sadece’ Uyanmış bir Canavar mı?! Unuttun mu, biz üçümüz de ’sadece’ Uyuyan’ız! Uyuyan insanların Uyanmış Yaratıklarla başa çıkması pek mümkün değil. Avcı’ları yenebiliyor olmamız bile normal değil zaten!”
Nephis sükûnetle ona baktı ve sadece şunu söyledi:
“Ama biz de normal değiliz.”
Sunny ağzı açık bir şekilde kala kaldı.
Nephis iç çekti.
“Sen de ben de basit Uyuyan’lar değiliz, değil mi? Bunu inkâr etmeye çalışma. Sıradan biri bu yerde asla hayatta kalamazdı.”
Sunny suratını salladı, bu düşünce hoşuna gitmemişti. Değişen Yıldız devam etti:
“Sen, ben, senin Uyanmış bir Yaratık olan Yankı’n ve sürpriz saldırı avantajı. Kolay olacağını söylemiyorum, ölebiliriz belki. Ama ölmememiz de gayet ihtimal dahilinde.”
Gümüş rengi kılıcına baktı, birkaç saniye sonra ekledi:
“Her halükârda sana söylediğim gibi başka seçeneğimiz yok.”
Sunny yumruklarını sıktı, karşı çıkmak için mantıklı bir argüman bulmaya çalıştı. Ama aklına başka bir şey gelmedi. Yine de, o yaratıkla savaşmak bir türlü içine sinmiyordu. Uğursuz bir his vardı içinde.
Sessizce oturan Cassie birden söze girdi:
“O şey karşısında ki en büyük avantajımızı unuttunuz.”
İkisi de ona dönüp baktı.
Kör kız başını kaldırdı, yüzünü onlara çevirdi.
“Biz zekiyiz. ama o değil.”
Sözleri karanlıkta yankılandı. Sunny iç çekti.
Görünüşe göre, kemik oraklı canavarla savaşmaktan başka çare yoktu.
***
Bir süre sonra, Sunny karanlığın içinde duruyor, karşısındaki korkunç yaratığa bakıyordu. Yüzü ciddi ve kasvetliydi. Gök Kılıcını sıkıca kavradı ve derin bir nefes çekti.
Önceden hissettiği o uğursuz his, şimdi çok daha güçlüydü.
‘Bu hiç hoşuma gitmedi.’
Bu düşüncelerle nefesini verdi ve elini havaya kaldırdı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.