Akşam olduğunda Sunny, Neph’in dikkatli bakışları altında kılıç derslerine devam etti. Yeni kazandığı farkındalıkla, her hareketi artık öncekinden farklı hissettiriyordu. Bin hareketlik egzersizini tamamlandığında oturup dinlendi ve Gök Kılıcı incelemeye koyuldu — Unutulmuş Kıyının gizemleri üzerinde düşünmekten kendini alamıyordu.
Bir süre sonra sordu:
“Kılıç kullanmaya uygun biri miyim sence? Yoksa ilerde silah değiştirmeyi falan düşünmeli miyim?”
Nephis omuz silkti.
“Bu hedeflerine bağlı. Ama kılıç, boşuna silahların kralı sayılmaz.”
Sunny gülümsedi.
“Nedenmiş o?”
Nephis başını yana eğdi, bir an düşündü ve sonra sordu:
“Doğal seçilimin nasıl işlediğini biliyor musun?”
Sunny kaşlarını kaldırdı.
“En güçlü olan hayatta kalır, değil mi? Güçlü türler yaşar?”
Değişen Yıldız ona kısa bir bakış attı.
“Bir bakıma doğru. Ama aslında hayatta kalanlar en güçlü olanlar değil, en iyi uyum sağlayabilenlerdir. Aksi halde dünyaya hükmedenler insanlar değil, aslanlar, kaplanlar ve ayılar olurdu.”
Sunny, arşiv görüntülerinden aslanları ve ayıları biliyordu ama kaplanın ne olduğuna dair hiç bir fikri yoktu.
‘Büyük ihtimalle nesli tükenmiş başka bir yırtıcıdır.’ diye düşündü.
Nephis konuşmaya devam etti, bu sefer her zamankinden daha akıcı konuşuyordu. Anlaşılan konuyla alakalı kendine güveniyordu.
“Aynı mantık dövüş için de geçerli. Kılıç, her durumda en etkili araç değildir. Uzun menzilli düşmanlara karşı mızrak daha kullanışlıdır. Zırhlılara karşı savaş çekici çok daha etkilidir. Topuz bakımı en kolay silahtır. Ama kılıç… kılıç kullanım alanı en geniş daha doğrusu çok yönlü bir silahtır.”
Bakışlarını Gök Kılıca çevirdi.
“Kılıç delebilir, kesebilir, ezebilir. Çeşitli menzillerde etkili bir şekilde kullanılabilir. Çeviktir ve manevra kabiliyeti yüksektir. Kılıcın sivri ucundan kabzasına kadar her parçası saldırmak için kullanılabilir. Kılıç kullanırken hiçbir alanda en iyi olamazsın, ama her duruma en iyi uyum sağlayan sen olursun.”
Nephis ona baktı.
“Anladın mı?”
Sunny bir süre düşündü.
“Sanırım, anladım.”
Nephis başını sallayıp bakışını uzaklara çevirdi.
“Şunu unutma ki. Elinde ne olduğu o kadar da önemli değildir. Kılıç, mızrak, sopa… hepsi birer araçtır. Asıl silah sensin.”
Sunny iç çekip Gök Kılıcı geri yolladı. Değişen Yıldız’ın derslerinde her zaman olduğu gibi üzerine düşünülmesi gereken bir sürü şey vardı.
‘Asıl silah sensin…’
Bu sözleri zihninde tekrarlarken, sanki büyük bir yapbozun bir parçasını daha yerine oturtmuş gibi hissetti.
Birlikte, batmakta olan güneşi sessizce izlediler. Gece yaklaşırken deniz geri dönüyordu; karanlık sular kızıl labirenti tekrar dolduruyordu. Aşağılarda Kıskaçlı Avcılar saklanacak yer arayışıyla telaş içinde dolaşıyordu. Birkaçı, geceyi kayalık adada geçirmek umuduyla tırmanmaya başlamıştı.
Sunny’nin gölgesi onları izliyordu.
“Misafirlerimiz var,” dedi, kısa süren bu mola bitince düşüncelere dalmış bir şekilde iç çekti.
Nephis de iç çekti.
“Önemli değil. Yüksek konum avantajımız var. Başa çıkmak zor olmax.”
Sunny başını sallayıp batmakta olan güneşe döndü. Birden yüzü ciddileşti. Şüphe, zihninde karanlık bir gölge gibi dolanıyordu. Uzaklara dalıp gitti ve sordu:
“Sence o kaleye ulaşabilecek miyiz?”
Nephis ifadesiz bir şekilde ona baktı.
“Evet.”
Sunny ona zoraki bir tebessümle karşılık verdi.
“Nasıl bu kadar emiinsin?”
Batmakta olan güneşin kan kırmızısı ışığında, Değişen Yıldız’ın sakin gözleri ilahi bir alevle yanıyormuş gibiydi. Batan güneşten gözlerini ayırmadan kılıcını çağırdı ve cevap verdi:
“İrademize kim karşı çıkabilir?”
***
Tırmanan Kıskaçlı Avcılarla başa çıkmak gerçekten de kolay olmuştu. Sunny ve Nephis onları kayalıklarda pusuya düşürüp tutunamadan aşağıya itmişti. Sunny şimdiden dört Gölge Parçacığı kazanmıştı bile, böylece toplam sayısı otuz ikiye yükselmişti. Ne yazık ki Ruh Parçacıklarını almak mümkün değildi.
Bir gün daha kayalıkların üzerinde geçirdiler, dinlenip alıştırma yaptılar. Sunny kılıç çalışırken gölgesi labirentin çevresindeki yolları keşfediyordu. Yankı hala tam olarak iyileşememişti, bu yüzden grupları tam gücünde değildi. O yüzden gitme konusunda acele etmenin bir anlamı yoktu.
Yine de yakında batıya, insan uygarlığının bulunduğu gizemli Hisara doğru yola çıkacaklardı.
Bu sefer yeterli hazırlık yapmadan seyahat etmeyeceklerdi. Ansızın çıkabilecek bir fırtına, dünyayı karanlığa boğup denizi güneş batmadan geri getirebilirdi. Bu yüzden üç Uyuyan, ilerlemeden önce gidecekleri rotayı dikkatlice keşfetmeye karar verdi.
Nephis gününü meditasyon yaparak geçirdi. Gözleri kapalıydı. Bazen, sanki kirpiklerinin ardında yumuşak bir beyaz ışık parlıyormuş gibi görünüyordu. Ama Sunny ne zaman yakından baksa hep kayboluyordu, bunu hayal mi ediyordu yoksa gerçek miydi kestiremiyordu.
Belki de Değişen Yıldız, Kusur’unun acısına dayanmayı öğreniyordu.
Eğer öyle yapıyorsa, Sunny ona içtenlikle bol şans diledi.
Cassie her zamanki gibiydi, neşeli, nazik, dost canlısı. Sanki o tuhaf konuşma hiç yaşanmamış gibiydi. Yine de Sunny onun hakkında bir şeylerin değiştiğini hissedebiliyordu. Tam olarak ne olduğunu anlayamasa da, kör kızın artık daha kararlı biri olduğunu fark ediyordu — tabii bu kötü bir şey değildi.
Bir süre sohbet ettiler, Akademi’deki zamanlarından bahsettiler. Sunny, Julius Hocanın derslerinden ve yaşlı adamın kendisinden öğrendiği garip bilgilerden bahsetti. Cassie’nin, Rüya Diyarı’nın ölü dillerini öğrenme fikrine olan tepkisi, ild duyduğunda Sunny’nin verdiği tepkiyle ve itirazla birebir aynıydı.
Çok geçmeden gece çöktü. Bu kez herhangi bir Kıskaçlı Avcı kayalıklara tırmanmaya yeltenmedi, bu yüzden Sunny ve Nephis rahatça dinlenebildi. Yine de nöbet tutarak sırayla uyudular — olur da beklenmedik bir şey olursa diye.
Sabah olduğunda, Muhafız’ın etini bitirip labirente inmeye hazırlandılar.
Yolculuklarına devam etme zamanı gelmişti.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.