Yukarı Çık




9.6   Önceki Bölüm 

           



İki gün sonra, Çarşamba.

Cumartesi günü yapılacak Tsuwabuki Festivali yaklaşırken, hazırlıklar tüm hızıyla devam ediyordu.

Elbette, ben de bir istisna değildim, sınıfın bir köşesinde sessizce çalışıyordum.

“Balkabakları bu kadar. Sırada yarasalar var.“

Balkabağı süslemelerini masamın kenarına yığdıktan sonra, sınıfa bir göz gezdirdim.

Sınıfın arkası, erkekler ve kızlar için ayrı soyunma odaları oluşturmak üzere karartma perdeleriyle bölünmüştü.

Şu anda, Yanami ve sınıfımızın geri kalan popüler grubu kostüm provalarıyla meşguldü.

Bu sırada, tahtanın önünde, dekor ekibi canla başla çalışıyordu.

Anlaşılan o ki, <-Cadılar Bayramı Sokağı-> etkinliğindeki skeç için arka plan, yatay bir afiş kullanılarak yapılacakmış.

Uzun bir kumaş parçasını süsleyerek, herhangi bir mekanı bir sahneye dönüştürmek için açılabiliyordu. Şu an üzerinde çalıştığım yarasalar muhtemelen o afişi süslemek için kullanılacaktı.

Edebiyat Kulübü’nün sergi hazırlıkları da, programın biraz gerisinde kalsa da ilerliyordu. Toplanması gereken tek metin Tsukinoki-senpai’ninkiydi.

Komari ile kütüphane gezisinden dönerken… Zayıflığını ele veren o kısık sesi.

Bugün kulüp odasında yalnız mıydı acaba?

Garip bir huzursuzluk hissiyle maket bıçağını kavradım. Aniden, arkamdan alkışlar koptu.

Yaptığım işi bırakıp arkamı döndüm. Herkesin dikkat kesildiği spot ışıklarının altında beliren kişi Karen Himemiya’ydı.

Kıyafeti, siyah ve pembe temalı, mini etekli tek parça bir elbiseydi, anlaşılan bir şeytan kız gibi görünmesi için tasarlanmıştı.

...Yine de, Himemiya-san gerçekten bir başka.

Saçma derecede orantılı göğüsleri bir yana, kalp desenli külotlu çoraplar, ucu kalp şeklinde biten bir kuyruk-

Şeytan olması gerekse de, bu biraz succubus gibi görünmüyor mu...? Bu gerçekten sorun olmaz mı…?

Ben kendi kendime huzursuzlanırken, arkada beliren kişi Sosuke Hakamada’ydı.

Frak tarzı bir yelek ve siyah bir pelerin giyiyordu. Bir vampir kostümü.

Hakamada’nın fiziği iyiydi ve Himemiya-san’ın yanında durduklarında, saçma derecede fotojenik görünüyorlardı.

“Yanami-san için üzülüyorum ama bu ikisi birbirlerine gerçekten de yakışıyorlar…“

Bunu kendi kendime mırıldanırken, aniden görüş alanıma beyaz bir figür kaydı.

“Hm? Beni mi çağırdın?“

Rahat bir sesle, Anna Yanami önümde belirdi.

Beyaz geleneksel Japon kıyafetleri içinde, kollarını açarak olduğu yerde bir kez döndü.

“Gördün mü? Gördün mü? Fena değil, değil mi?“

“Şey, o kıyafet…“

Beyaz bir cenaze kimonosu ve alnındaki üçgen bir kağıt. Başka bir deyişle-

“Bir ceset kostümü mü…?“

“Bir hayalet! Nukumizu-kun, az önce ne dedin!? Sence bu kadar sağlıklı görünen bir ceset olabilir mi!?“

Sağlıklı bir hayalet diye bir şey de yok.

“Anlıyorum ama... neden bir hayalet?“

“Şey, bilirsin, Japon hayaletlerinin o gelip geçici, narin bir imajı vardır, değil mi? Belki de kış gelirken ben de o havaya girmeliyim diye düşündüm.“

Gelip geçici ve sağlıklı… Neyse, belki de bu da kendine özgü bir şeydir.

Moe alemi sürekli gelişiyor. Sanırım Yanami’yi de desteklemeliyim.

Ve sonra, nedense, Yanami bana merakla bakmaya başladı.

“Eh…? Ne?“

“Nukumizu-kun, sınıfta seninle konuştuğumda, kaskatı kesiliyorsun, biliyor musun? O her zamanki insanların kalbine işleyen neşter gibi dilin nerede?“

“Ben her zaman öyle miyim?“

“Evet, hemen hemen.“

“Ha, öyle mi…?“

“Evet, doğru…“

Yanami şaşkınlıkla omuz silkti.

“Bugünkü Nukumizu-kun biraz tuhaf hissettiriyor.“

Seninle tanıştığımdan beri benim hayatım da tuhaf.

“Neyse, boş ver. Nukumizu-kun, sen dekorlardan sorumlusun, değil mi? Senden bir ricam olacak.“

Yanami masadan balkabağı şeklinde bir kart aldı ve omzuna koydu.

“Hazır başlamışken, biraz daha hayaletimsi bir hava katmak istiyorum. Bunun gibi birkaç hayalet ateşi yapabilir misin?“

“Elbette ama ne kadar büyük olmalarını istersin?“

“Umm, iyi, atıştırmalık boyutunda bir porsiyon gibi? O civarlarda bir şey.“

Onun atıştırmalık boyutunda bir porsiyon fikri... voleybol topu büyüklüğünde yeterli olur mu acaba?

“Ah, evet. Anladım. Uygun bir şekilde yaparım.“

“Hey, Yanami, prova başlıyor.“

Bir çocuk, neredeyse sohbete dalarcasına araya girdi.

Shinsengumi üyesi gibi giyinmişti. Eğer doğru hatırlıyorsam, adı Nishikawa falandı.

Ç/N=(Shinsengumi: 1864 yılında Bakufu (askeri hükûmet) tarafından Japonya’daki Bakumatsu periyodu sırasında kurulan özel bir polis birliğidir.)

“Tamam, geliyorum! Görüşürüz, Nukumizu-kun, sana güveniyorum!“

Tembelce elini sallayan Yanami, uzaklaştı.

Nedense, Nishikawa onu takip etmeden önce bana keskin bir bakış attı.

…Ne? Sen de senin için hayalet ateşi yapmamı istemiyorsun, değil mi?

Öyle davranıyor ama Yanami popüler. Sanırım durum bu.

Elbette, Yanami sevimli ama sadece onun dış görünüşüne koşan erkekler... Bilemiyorum.

Yarasa şekilleri keserken, nedense biraz sinirlenmiş hissederek, ellerimin üzerine bir gölge düştü.

“Nukkun, bak. Korkunç, değil mi?“

Aman neyse, şimdi de Yakishio. Başımı kaldırdığımda, tam önümde yuvarlak bir karın vardı.

Sargılarla sarılmış olan Yakishio, iki elini bana doğru uzatıyordu.

“Yakishio, halka açık bir yerdeyiz. Muhtemelen karnını kapatsan iyi olur.“

“Ben bir mumyayım, o yüzden bu normal. Bak! İyi görünüyor, değil mi?“

Yine de, ortada çok fazla ten var. Sadece göğsünü ve belini sargılarla sarmıştı. Bu pratik olarak bir mayoydu.

Vücut hatları... çok net bir şekilde belli oluyor ve bekle, yoksa-

“Yakishio, ciddi ciddi o sargıların altına hiçbir şey giymiyor musun...?“

“Evet ama bu bir sorun mu? Yani, düzgünce örtülüyüm-“

Daha konuşmasını bitiremeden, sınıftan bir grup kız etrafını sardı.

“Lemon, bir saniyeliğine buraya gel.“

“İfşa oldun~“

“Hey, çocuklar, bakmayı kesin!“

“Ha? Neler oluyor? Bekle, hey-“





Yakishio, kızlardan oluşan bir duvarla çevrili halde soyunma odasında gözden kayboldu.

...Evet, Cadılar Bayramı için bile olsa, bu şaka biraz fazla ileri gitmişti.

Ben sessizce retinalarıma kazınan görüntünün tadını çıkarırken, vampirin biri pelerinini savurarak karşıma pof diye oturdu.

“Nukumizu, sen gördün mü? Kızlar önünü kapattığı için ben pek bir şey göremedim.“

Sosuke Hakamada eğilerek fısıldadı.

“Şey, tam önündeydim, o yüzden çoğunu gördüm.“

“Gerçekten mi? Nasıldı?“

Vay be, direkt konuya giriyor. Hakamada hala gerçekten iyi bir çocuk.

“Dürüst olmak gerekirse? İnanılmazdı.“

“Biliyordum! Kahretsin, bir adım geç kaldım!“

Hakamada hüsranla başını tutarken, arkasına iki gölge süzüldü.

“So-su-ke!“

12K ikilisi, Yanami ve Himemiya-san sahneye çıktı.

“Anna, görünüşe göre azar zamanı gelmiş.“

“Aynen. Karen-chan, sen o tarafı tut.“

İkisi, Hakamada’nın birer kolunu tutup itiraz etmesine fırsat vermeden onu sürüklediler.

“Bekleyin, ben bir şey görmedim!“

Bir vampir, bir hayalet ve bir iblis tarafından sürükleniyordu.

Baş kahramandan beklendiği gibi, m de gösterişliydi. Bu sırada, benim gibi bir arka plan karakteri de sessizce yarasa kesmeye devam etmeliydi.

Hm? Görünüşe göre Yanami bana somurtkan bir bakış atıyor.

“Nukumizu-kun, senin için de daha sonra bir çift lafım olacak.“

…Neden ben?

Ç/N=(Hihihihi.)

Yarasanın yuvarlak küçük gözlerine baktım ve derin bir iç çektim.

*

Ertesi gün, okuldan sonra. Perşembe.

Tsuwabuki Festivali’ne sadece iki gün kalmıştı.

Başkan Tamaki ile okulun basım odasındayım. Sonuncusu Tsukinoki-senpai’ninki olmak üzere nihayet tüm metinleri topladığımıza göre, kulüp dergisini basmaya gelmiştik.

Fotokopi makinesinden birbiri ardına dökülen kağıtları izlerken, Başkan kontrol panelindeki düğmelere dokunuyordu.

“Baskı bittiğinde, kopya sayısını deftere yaz ve öğretmenler odasına teslim et. Detayları en son açıklayacağım.“

Fotokopi makinesinin nasıl çalıştırılacağını açıkladıktan sonra Başkan, elinde bir metinle bir sandalyeye oturdu.

“Demek Koto onca laftan sonra gerçekten de yeni bir şey yazmış. Bana eski bir metnini göndereceğini söylemişti.“

“Ah, ama bu sefer ateşli sahneler yok. Halka açık dağıtacağımız için, senpai bile aklını kullanıp kendini tutmuş.“

“Keşke her zaman ortama ayak uydurabilse...“

Başkan yorgun bir şekilde metne baktı.

Anlaşılan, çıkmanın da kendine göre dertleri varmış.

Arka planda fotokopi makinesinin vızıltısı eşliğinde, bakışlarımı senpai’nin hikayesinin deneme baskısına indirdim-

*

Başka bir dünyadaki bir liman kasabası.

Loş bir köşede, “Sallanan Ay Gölgesi Hanı“ tabelasını taşıyan büyük bir taverna duruyordu.

Çift kanatlı kapıyı iterek açınca, maceracıların bira kupalarını kaldırıp gürültüyle bağrıştığı geniş, ferah bir salon ortaya çıktı.

Salonun arkasında, tek bir kapıyla ayrılmış özel bir odada, geleneksel Japon kıyafetleri içindeki bir adam, dirseklerini masaya dayamış tek başına oturuyordu.

Adam kupasındaki biradan küçük, isteksiz bir yudum aldı, ardından ağzına bir parça haşlanmış balık attı. Yüzünü buruşturarak biradan tekrar bir yudum aldı.

Bunu birkaç kez tekrarladıktan sonra, özel odanın meşe kapısı açıldı. Arkasından dışarıdaki yüksek sesler içeri dolarken, askeri üniformalı bir adam odaya girdi.

“Beklemekten yoruldum, Mishima-kun. Bak, bu iğrenç biranın ikinci bardağını içiyorum.“

Geleneksel Japon kıyafetleri içindeki adam, yüzü çoktan sarhoşluktan kızarmaya başlamış halde kupasını kaldırdı.

“Benim de halletmem gereken kendi işlerim var, bilirsin. Hep çok aniden çıkageliyorsun, Dazai-san.“

Askeri üniformalı adam Mishima, karşısına otururken, askeri kılıcı gürültüyle takırdadı.

“İş, ha. Daha çok entrika çevirmek gibi. Geçen gün beni o Kawabata herifiyle tanıştırman sayesinde, dünyanın bir ucundan diğerine yürümek zorunda kaldım. Böylece Selinuntius, yetkililerin pençesine düşen Melos tarafından ihanete uğradı.“

Ç/N=( İkisi de Dazai’nin kısa öyküsü <-Koş, Melos!->’taki karakterlerdir. )

Dazai kupasının dibindekini bir dikişte içti ve Mishima’ya ters ters baktı.

“Neşelen biraz. Pek bir şey değil ama, istediğin şeyi getirdim.“

Mishima, zoraki bir gülümsemeyle, Dazai’ye küçük bir cam şişe uzattı.

Onu alan Dazai, kapağını açtı ve içinin ince, yarı saydam beyaz bir tozla dolu olduğunu gördü. Parmağına birazcık sürüp yaladığında, yüzü günün en parlak gülümsemesiyle aydınlandı.

“Bu şaşırtıcı. Gerçek MSG’den ayırt edilemez.“

Ç/N=(Çin tuzu, kimyasal adıyla MonoSodyum Glutamat (MSG), gıdalara lezzet katmak amacıyla yaygın olarak kullanılan bir katkı maddesidir.)

“Bunu bulmak kolay olmadı, biliyorsun. Ama gerçekten de, onca yolu başka bir dünyaya gelip böyle bir şey istemek, oldukça eksantriksiniz, Dazai-san.“

“ ’Böyle bir şey’  diyorsun ama dinle, elfler beklemediğin kadar düşüncelidir, ancak iş yemeğe gelince tamamen umutsuzdurlar. Hayır, bu dünyada ne yiyecek ne de içeceğin tadı bir şeye benziyor.“

Dazai şişeyi tabağının üzerinde tuttu ve MSG’leri şişenin üzerine yağan kar gibi serpti.

“Bu dünyada kesinlikle güvenebileceğim tek şey MSG’dir.“

Pervasızca etrafa serptikten sonra memnun bir şekilde, Dazai dikkatlice kapağı kapattı ve şişeyi kol yeninin içine soktu.

“Sen de susamış olmalısın, Mishima-kun. Hadi içelim. Bugün yanımda biraz sake var.“

Dazai’nin yüksek sesle el çırpmasıyla, mum ışığıyla aydınlanan masanın yanındaki gölgeli alandan, siyahlara bürünmüş bir kız sessizce ayağa kalktı. Mishima içgüdüsel olarak kılıcının kabzasına uzandı.

Hiç oralı olmayan karanlık kız, sessizce küçük bir seramik sake şişesi çıkardı.

“Sadece ısıtmak için beni çağlarca beklettiler. Pekala o zaman, başlayalım.“

Dazai fincanını uzattığında, kız sakeyi doldurdu.

Sonra şişeyi Mishima’ya uzattı. Mishima istemeye istemeye bir fincan aldı.

“Mishima-kun, şaşırtıcı derecede çekingensin.“

“Dağılmış bir mürekkep lekesi gibi görünen bir şey tarafından servis edilirken rahatlamak zor.“

Mishima doldurulan sakeyi bir dikişte içti.

“Fazla korkmak kabalık olur, bilirsin. Bu kızın gözlerini, burnunu, hatta yüz hatlarını bile seçemiyorsun ama, bence aslında oldukça güzel biri.“

Dazai, çenesini eline dayamış, fincanının kenarından küçük bir yudum aldı. Başta Mishima da irkilmişti ama, birkaç kadeh devirdikten sonra alışmış olmalıydı. Hatta içkileri servis eden gölge kızla konuşmaya bile başladı.

“Hey, şeklini serbestçe değiştirebiliyor musun? Mesela, o Yunan heykellerinden biri gibi, yapılı bir adama dönüşebilir misin?“

“Kes şunu. Buralarda o kaba saba görüntüden daha fazlasına ihtiyacımız yok.“

Dazai fincanını boşalttı ve dikkatsizce ileri uzattı. Kız sessiz bir şekilde fincanı yeniden doldurdu.

“Aklıma gelmişken, başka bir nadir parça daha ele geçirdim. Sen, git onu getir bize.“

Kız başını salladı ve sanki içine sızıyormuş gibi zeminde eriyerek kayboldu.

“Başka bir şeyiniz daha mı var, Dazai-san?“

“Bugün şanslısın. Yengeç. Buralarda tüylü yengeç gibi bir şey olduğunu duydum da, sipariş ettim.“

Işıl ışıl parlayan Dazai’nin aksine, Mishima’nın ifadesi sertleşti.

“Ne oldu? Yengeç sevmez misin?“

“Etini severim ama yaratığın kendisini görmeye dayanamıyorum. Konserve yengeçte bile, önce etiketini soyduğumdan emin olurum.“

“Ne korkak. Pekala, o işi ben hallederim.“

Dazai aniden ayağa kalktı ve sarhoş adımlarla Mishima’nın arkasına dolandı.

“İşte yine başlıyoruz, Dazai-san’ın kötü huyu. Bir şaka planlıyorsun, değil mi?“

“Boş lafı bırak. Sana elf büyüsü göstereceğim.“

Dazai kol yeninden bir el havlusu çıkardı ve Mishima’nın gözlerini bağladı.

“Nasıl? Şimdi yengeci göremiyorsun, değil mi?“

“E, doğru ama şimdi hiçbir şey göremiyorum.“

Mishima kıkırdayarak havluyu çıkarmaya çalışırken, Dazai elini onunkinin üzerine bastırdı.

“Dikkatli olsan iyi olur. Bu sihirli bir havlu. Bir kez bağlandı mı, karşındakinin söylediği her şeye itaat etmek zorunda kalırsın.“

“Yine beni kandırmaya mı çalışıyorsun, Dazai-san? O işe yaramaz. Senin yeteneğinin adı <-Yalancı->, değil mi? Bir yalana, o gerçek olana kadar inanmak... bu tam da sana göre.“

“Tch, demek anladın. O baş belası Kawabata-sensei aklına garip fikirler sokmuş olmalı.“

Dazai neşeyle şaka yaptı ve Mishima’nın elinini bıraktı.

“Ama bu sefer ciddiyim. Tehlikeli bir şey olmadan çabuk havluyu çıkar. Elf büyüsü harekete geçmeye başlıyor.“

Dazai’nin soytarılığına gülen Mishima, havluyu çözmek için uzandı.

Sonra, sanki bir şey fark etmiş gibi eli durdu.

“Lütfen bekleyin. Dazai-san, az önce sihir kısmının doğru olduğunu söyledin ve havluyu çıkarmamı istedin. Eğer şimdi göz bağını çıkarırsam, bu senin sözlerini doğru olarak kabul ettiğim anlamına gelmez mi?“

Dazai’nin yüzündeki o uçarı ifade kayboldu.

“Beklendiği gibi, zekisin. Yeteneğimin böyle bir kelime oyunuyla gerçekten de etkinleşip etkinleşemeyeceğini merak etmiyor musun?“

“Dürüst olmak gerekirse, artık neyin doğru neyin yalan olduğunu ayırt edemiyorum. Bugün alkol normalden daha hızlı çarpıyor gibi hissediyorum.“

Ona göstermeden, Dazai Mishima’nın uzanmış eline bir fincan yerleştirdi. Mishima bir dikişte onu içerken, Dazai arkadan iki elini onun omuzlarına koydu.

“Az önce daha hızlı sarhoş olduğunu söyledin, değil mi? Belki de içine bir şey karıştırılmıştır.“

“Başka bir yalan, ha. Senin gerçek niyetin nerede yatıyor?“

“Bir yazarın mesleği, insanları kelimelerle aldatmaktır. Nefes alır gibi doğal bir şekilde yalan söyleriz. Biz buyuz, değil mi?“

Bu sözleri alaycı bir tonla tükürerek, Dazai kollarını Mishima’nın vücuduna doladı.

“Eee? Seni çevreleyen bu kollar da başka bir yalan mı?“

“Ah, düşündüğüm gibi, kendimi senden hoşlanmaya bir türlü ikna edemiyorum.“

“Benim için sorun değil. Çünkü içten içe, aslında benden hoşlanıyorsun.“

O anda, karanlık kız sessizce belirdi, üzerinde yengeç yığılı büyük bir tabak taşıyordu.

Dazai’nin bir bakışıyla, tabağı sessizce yere bıraktı ve tek kelime etmeden zemindeki çatlaklara geri süzüldü.

Mishima’nın askeri üniformasındaki altın düğmeleri çözerken, Dazai kendi kendine usulca mırıldandı-

Yengeçler iyidir, çünkü ne yiyen ne de yenen gereksiz bir şey söyler.

Ç/N=(Bu ne dayı...)

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

9.6   Önceki Bölüm