“Sir Luomen’le birlikte eve dönmüyor musun?” diye sordu Jinshi, Maomao’ya. Kız orada kalmış, su kaynatıyordu.
“Çok solgun görünüyorsun, Jinshi-sama. En son doğru düzgün ne zaman uyudun?”
Soruya soruyla karşılık verdi. Kaynattığı suya uykuya yardımcı birkaç bitki karıştırdı ve bir fincan uzattı. Lahan, Luomen’le birlikte ayrılmıştı; Basen ise ikisini uğurlamaya gitmişti.
“Her gece uyuyorum ben,” diye karşılık verdi Jinshi.
“Farklı bir soru soralım o hâlde. Son birkaç günde toplam kaç saat uyudun?”
Jinshi parmaklarıyla saymaya başladı. Görünüşe göre bir elini bile tamamlayamayacaktı. Kaşlarını çattı, sonra çayı bir dikişte içti.
“Yarın sabah erken mi kalkacaksın?” diye sordu Maomao.
“Hayır, bu kez işler nispeten sakin. Aslında bugün uzun zamandır ilk defa kendi köşkeme dönebildim.” Demek gerçekten çok çalışıyordu.
“Leydi Suiren mutlaka senin için endişeleniyordur.”
“Peki sen endişelenmiyor musun?” dedi Jinshi, fincan hâlâ dudaklarındayken. Cübbesinin göğüs kısmını gevşetti; Maomao da ona uyku kıyafeti bulmak için etrafa bakındı. Tam o sırada Suiren içeri girdi — neyse ki — ama Maomao’ya bir takım gece kıyafeti uzatır uzatmaz odadan çıkıverdi. Yani onun üstünü benim değiştirmemi istiyor, öyle mi?
Maomao bunu daha önce de yapmıştı, Jinshi’nin konutunda hizmet ederken. Ama bundan hiç hoşlanmamıştı. Ona göre Jinshi kendi başına giyinebilirdi; Jinshi’ye göreyse her konuda kendisine yardım edilmeliydi. İkisinin düşüncesi asla kesişmeyecekti. Ancak mevki farkı ortadaydı ve sonunda eğilmek zorunda kalan hep Maomao oluyordu.
O, Jinshi’nin pelerininin yere düşmesiyle aynı anda gece kıyafetini üzerine geçirdi. Kuşağı beline doladı, gevşekçe bağladı, ardından yerdeki giysiyi topladı.
“En’en’e de böyle şeyleri yaptırıyor musun sen?” diye homurdandı Maomao.
“Hayır, tesadüf bu ya, ona yaptırmıyorum.”
“Ama saçlarını onun bağladığını biliyorum.” Maomao bunu da giyinmesine yardım etmenin bir parçası sayıyordu.
“Doğru, ama her zaman Suiren’in gözetiminde.”
“Her zaman?”
“Arkadan hızlı bir bıçak darbesi ihtimaline karşı önlem olarak.”
“En’en asla—” diyecekti ki, Maomao sustu. Yao yoksunluğunun doruğundaki bir En’en’in ne yapacağı gerçekten belli olmazdı.
“Suiren bazen fazla korumacı olabiliyor. İkimizden birini bile odada yalnız bırakmaz.”
Ama işte şimdi Jinshi ve Maomao tam da o durumda, aynı odadaydılar. Maomao bu konuda hiçbir şey söylemedi.
“Suiren seni oldukça yüksek bir yere koyuyor gözünde,” dedi Jinshi.
“Bu benim suçum değil.” Suiren’in gözünde değerli olmak Maomao’ya hiçbir fayda sağlamıyordu. Aksine, bundan iyi bir şey çıkacağını da hiç sanmıyordu. Boş çay fincanını alıp gitmek üzereydi ki, Jinshi bileğini yakaladı.
“Beni hep uzaklaştırmaya çalışıyorsun,” dedi adam.
“Ne demek istediğini anlayamadım, efendim.”
Bu odada kalmak tehlikeliydi. Uygun bir fırsat yakalamışken çıkmak istiyordu ama Jinshi onu bırakmıyordu.
“Suiren, kendime bir cariye almam gerektiği konusunda epey ısrarcı,” dedi Jinshi. “Böylece üzerimdeki iş yükünün azalacağını söylüyor.”
“Bence de haklıdır,” dedi Maomao, konuyla hiçbir ilgisi yokmuş gibi davranarak. Tabii bu tavır, Jinshi’yi daha da sinirlendirdi.
“Ne demeye çalıştığımı gayet iyi biliyorsun. Nasıl böyle kayıtsız davranabiliyorsun? Benden bu kadar mı uzak durmak istiyorsun?”
“E—”
Ağzını eliyle kapattı, ama çok geçti.
“Az önce ‘Evet’ mi diyecektin sen?”
“Lütfen kafanı yorma, efendim.”
Jinshi ona sertçe baktı. Gözlerinin altı kararmış, uykusuzluktan çökmüştü. Benimle vakit harcayacağına uyusa keşke, diye düşündü Maomao. Adam belli ki tükenmişti, keşke ona “yat, uyu” diye emredebilseydi. Ama Jinshi konuşmaya devam etti:
“Sir Luomen’in neden sürekli yorgun göründüğünü artık anlıyorum. Hatta o meşhur stratejistimizin ne hissettiğini bile az çok anlayabiliyorum!”
Maomao’nun kulakları uğuldamaya başladı. Jinshi yorgundu, bunu biliyordu. İçinde biriken öfkesini dışa vuracak hiçbir yolu yoktu — oysa öfkesini dışa vurması gereken ne çok şey vardı — ve buna bir de uykusuzluk eklenmişti. Başka bir zaman olsa, söylediklerine daha fazla dikkat ederdi. Böyle şeyleri söylememesi gerektiğini bilirdi. Ama söylemişti işte.
Tuhaf bir şekilde Maomao’yu en çok rahatsız eden şey “stratejist” sözü değil, “Luomen” isminin yankısıydı. Bugün babasıyla, nadir görülen türden bir fikir ayrılığı yaşamışlardı. Jinshi de bundan faydalanmıştı.
Belki de yalnızca Jinshi yorgun değildi. Maomao’nun da uykuları birkaç gündür pek yerinde değildi. Ve sonunda patladı.
“Bana sürekli ‘kendini ifade etmelisin’ diyorsun, Jinshi-sama, ama senin bunu söylemeye hakkın var mı gerçekten? Söylediğin, yaptığın her şey, sanki ne demek istediğini açıkça söylememek için planlanmış gibi! Hep benim anlamam gerekiyor! Bil bakalım kime benziyorsun? Genelevimize sık sık gelen bir adama. Bir kıza âşıktı ama bir kere bile açık açık söylemedi. Davranışlarından belli olduğunu sanıyordu. O kadar eminmiş ki kadının onu anladığından, bir mektup bile yazmamış. Sonra başka biri çıkageldi, kızı kaptı. Adamın o halini hatırlıyorum, ne kadar perişan görünüyordu… Sonra da gelip bizimkilerle içip dert yanardı. Bence o kadar acıyı çekmesine hiç gerek yoktu — hissettiklerini dürüstçe söyleseydi, her şey çok daha net olurdu. En azından karşısındaki ne hissettiğini bilirdi!”
Sözler bir sel gibi ağzından dökülmüştü. Nefes bile almadan söylemiş gibiydi hepsini. Kendi sesini bu kadar uzun süre duymak ona garip gelmişti. Şaşkındı. Jinshi de şaşırmıştı — ama o şaşkınlık yüzünden silinip başka bir ifadeye yerini bıraktı. Adam yataktan kalktı, Maomao’nun karşısında dikildi.
Yandım. Ona verip veriştirmişti. Şimdi sıra Jinshi’deydi.
“Yani açık mı olmalıyım, ha? Net? Ne demek istediğimi doğrudan söylemeliyim, öyle mi?” dedi Jinshi, sesi giderek sertleşirken. “Peki, diyelim söyledim — gerçekten dinleyecek misin? Bana bunu mu söylüyorsun? Tamam o hâlde! Şimdi, hemen şimdi söyleyeceğim! Kulaklarını kapatma — beni dinle!”
Tam parmaklarını kulaklarına tıkamaya çalışırken Jinshi ellerini yakaladı.
Derin bir nefes aldı. Maomao’ya bakıyordu ama yüzündeki ifade — utangaçtı.
Sonunda Jinshi bir şekilde konuşabildi: “Şimdi beni iyi dinle, s—yani, Maomao! Dikkatle dinle! Seni... karım yapacağım!”
Söyledi. Gerçekten söyledi. Maomao’nun kulağına bu, adeta bir ölüm hükmü gibi gelmişti. Jinshi’nin o zamana dek süregelen belirsizliği, muğlak sözleri... hepsi aslında Maomao’ya karşı bir nezaketmiş. Çünkü onun toplumsal konumunda biri için bu tür sözler, söylenir söylenmez bir emir hükmündeydi. Karşı çıkamazdı, onun isteğini reddedemezdi.
Jinshi’nin yüzü kıpkırmızıydı, ama Maomao’nunki bembeyaz kesilmişti. “Keşke şu anda zamanı geri alabilecek bir ölümsüz olsaydı...” diye mırıldandı.
“İç sesin dışarı sızıyor,” diye çıkıştı Jinshi. Gözlerini onunkilerle buluşturmaya cesaret edemiyordu ama hâlâ bileklerini bırakmamıştı. Aralarındaki hava tarifsiz bir biçimde rahatsız ediciydi. Sonunda derin bir nefes verip iç çekti.
“Her ne olursa olsun... haklısın. Şu anki hâliyle seni karım yapmak sadece sana zarar verir. Bunu ikimiz de istemeyiz.”
Yatağın yanındaki sürahiden bir yudum su alıp yüzündeki sıcaklığı bastırmaya çalıştı.
“Senin için aramızdaki tüm engelleri ortadan kaldıracağım. Bir gün. Bunu bil yeter.” Böyle dedikten sonra yorganın altına girdi. “Korktuğun şeyin olmasına izin vermeyeceğim. Söz veriyorum.”
Kısa süre sonra derin bir uykuya daldığını gösteren düzenli nefes alışlarını duydu.
Korktuğum şey... Maomao’nun aklına İmparatoriçe Gyokuyou’nun yüzü geldi. Sanırım Jinshi-sama kendi doğumunun sırrını bilmiyor. Peki ya İmparatoriçe Gyokuyou? O biliyor mu?
Ya Majesteleri, Jinshi için ne istiyor? Ah-Duo’nun bu konudaki tavrı ne?
Çok fazla şey bilmek... asla iyi değildir.
Jinshi bir gün gerçeği öğrendiğinde, Maomao için hâlâ her şeyi kolaylaştırmanın bir yolunu arayacak mıydı? Sadece Maomao endişelenmiyordu ki — o da çevresindekilerin tepkilerini düşünüyordu. Gerçekten de, herkesi memnun edecek bir durum yaratmak mümkün müydü?
Hayır... Böyle bir şeyi Jinshi bile yapamazdı. Kişi toplumda ne kadar yükselirse, herkesi hoşnut edecek bir sonuç elde etmek o kadar zorlaşıyordu.
Maomao başını iki yana salladı ve odadan çıkmaya yöneldi. Kapıya vardığında Suiren’le burun buruna geldi — yaşlı kadın gülümseyerek ona anlamsızca bir başparmak gösteriyordu. Maomao’nun yapabildiği tek şey, suratını asıp onu sertçe süzmek oldu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.