O kadar bitkin düşmüşlerdi ki, devasa yaratığın cesedinden uzaklaşıp uygun bir yer bulur bulmaz yığılıp derin bir uykuya dalmışlardı.
Ama bu uyku uzun sürmedi. Bir iki saat sonra, Sunny birisi tarafından sarsılarak uyandırıldı.
“Sunny! Sunny! Uyan!”
Cassie’ydi. Kız karşısında dururken yüzüne korku kazınmıştı.
Bir anda kendine gelen Sunny, refleksle ayağa fırladı ve Gecenin Kılıcı’nı çağırdı. Saldıranları arıyordu, bu kadar çabuk istilaya uğramak iyi olmamıştı.
Ama etrafta kimse yoktu. Sadece paniğe kapılmış Cassie ve elinde kılıcıyla tetikte duran Nephis vardı.
Ne olduğunu anlayamayan Sunny kaşlarını çattı.
“Cassie? Ne oldu?”
Kör kız Sunny’i tekrar iki omzundan yakaladı, yüzünü ona iyice yaklaştırdı ve yalvaran bir sesle fısıldadı.
“Sunny, durdurmalısın! Lütfen! Bunu yapabilecek tek kişi sensin!”
Sunny kaşlarını çattı, neyi durdurması gerektiğini anlamamıştı.
‘Yine mi kehanetler?’
Sakin olmaya çalışarak yumuşak bir ses tonuyla,
“Tamam Cassie, derin nefes al. Sakin ol. Ne olduğunu anlat bize, sakinleş…” dedi.
Ama Cassie çaresizce başını iki yana salladı.
“Zamanımız yok! Birazdan unutacağım! Hepimiz unutacağız! Ama sen… sen hatırlamalısın!”
Kör kızın haykırışlarına hiçbir anlam veremiyordu. Sunny, titreyen kıza kollarını doladı.
“Tamam Cas, söz veriyorum. Hatırlayacağım. Beş. Bak, hatırlaması kolay bir sayı.”
Nephis, kaşlarını çatmış halde onları izliyordu. Ara sıra çevreyi tarıyor, tehlikeli bir şey var mı kolaçan ediyordu. Cassie ise sadece Sunny’yle konuşuyordu, ona hiç dikkat etmiyordu.
Nephis’in yapamayıp da Sunny’nin yapabileceği ne olabilirdi ki, Cassie neden sadece Sunny’den istemişti bunu?
Cassie onun cevabını duyunca biraz sakinleşti ama hala korku içindeydi.
“İyi. Güzel. Beş. Unutma, söz verdin…”
Sesi giderek kısıldı, kelimeleri gitgide anlaşılmıyordu. Sunny zar zor mırıldanmalarını ayırt edebiliyordu.
“…düşünceler ne kadar karmaşık olursa, tutunmak o kadar zor olur… bu yüzden sadece tek bir kelime… en basiti… zamanı geldiğinde her şey değiştirebilecek bir kelime…”
Sunny kelimelerini dikkatle seçerek temkinli bir şekilde sordu:
“Cassie? Tam olarak ne olduğunu anlatabilir misin?”
Cassie onun sesini duyunca irkildi. Başını kaldırıp ona döndü.
Gözlerinde hala korku vardı, ama yerini yavaş yavaş şaşkınlığa bırakıyordu.
“Ha? Bir şey mi oldu?”
Sunny gözlerini kırpıştırdı.
Az önce kendisini panikle uyandıran kızın bu şekilde davranması normal miydi?
‘Bu arada… neden uyandırmıştı ki?’
Garip bir şekilde, son birkaç dakikanın detaylarını hatırlamakta zorlanıyordu. Az önce yaptıkları konuşma bile hafızasından silinmeye başlamıştı.
‘Herhalde aniden uyanınca sersemledim. Uykusuzluk da cabası…’
“Bize bir şey anlatıyordun. Şey… beş sayısıyla alakalı bir şeydi, değil mi?”
Cassie kaşlarını kaldırdı.
“Beş derken? Neden beş yani?”
Sunny ne diyeceğini bilemedi. O da aynı soruyu sormak istiyordu.
“Bilmiyorum.”
Şaşkınlıkla Nephis’e baktı, belki durumu açıklayabilir diye umdu.
Değişen Yıldız birkaç adım ötede, dalgın bir ifadeyle duruyordu. Sunny’nin bakışlarını hissedince ona döndü.
“Neden kılıcını çektin?” diye sordu.
Sunny Gecenin Kılıcı’na baktı, neden çağırdığını hatırlamaya çalıştı.
“Uh, şey… emin değilim. Peki ya sen neden çağırdın?”
Nephis kılıcına baktı, hayatında ilk kez kılıç görüyormuş gibi. Şüphe yüzünün her zerresinden okunuyordu.
‘Bugün hepimizin beyni bulanmış gibi…’
Nephis’ten bir şey çıkmayacağını anlayan Sunny iç çekti, Cassie’ye döndü:
“Yeni bir kehanet mi gördün?”
Kör kız ürperdi. Gözleri yeniden dehşetle açıldı.
“Kehanet mi… evet, bir kehanet gördüm. Korkunçtu… çok korkunçtu.”
“Ne gördün?”
Cassie bir süre sessiz kaldı. Kaşlarını çatmış, hatırlamaya çalışıyordu. Sonunda sessizce konuştu:
“Bir dağ vardı… cesetlerden oluşan bir dağ gördüm. Sayısız beden, üst üste yığılıydı… kanla sulanmış bir tepeye dönüşmüştü. Ve tepenin zirvesinde, kan gölünün içinde… küçük, kara bir tohum yüzüyordu.”
Bir an sustu, sonra kısık sesle devam etti:
“Sanırım bu geçmişti. Ama sonra… geleceği gördüm. Gelecekte… biz oradaydık. Tanrım! Biz… biz…”
Sesi titredi. Söylemeye cesaret edemediği bir şey vardı. Sessizlik çöktü.
Sunny bekledi, sonra nazikçe sordu:
“Bize… n’olmuştu?”
Kör kız ona dönüp boş bir bakışla baktı.
“Ne n’olmuştu?”
Sunny kafasını iki elinin arasına almış, düşünürken kaşıyordu. Ne hakkında konuşuyorlardı az önce?
“Şey… kehanetinden bahsediyordun, yani sanırım?”
Cassie kaşlarını çattı.
“…Ne kehaneti?”
Sunny’nin kafa patates olmuştu. O da emin değildi artık. Aklında sadece “beş” sayısı ve bir “tohum” kalmıştı.
O sayının neyle alakalı olduğunu bilmiyordu.
“Unuttum.”
Tam o anda, Nephis kılıcını indirdi ve geri yolladı. Hafifçe şaşırmış bir ses tonuyla sordu:
“Neden ayaktasınız? Dinlenmemiz lazım. İblisin cesedi başka şeyleri buraya çekebilir, olabildiğince toparlanmalıyız.”
Cassie’yle yaptığı konuşmayı zaten hatırlamakta zorlanan Sunny gözlerini kırpıştırdı, omuz silkti ve tekrar yere uzandı. Zaten hiçbir şey mantıklı gelmiyordu.
Muhtemelen sadece yorgunluktandı…
O kadar yorgundu ki.
…Birkaç saat sonra, gölgesi adanın üzerinde süzülen kanatlı bir yaratığı fark ettiğinde yeniden uyandı. Cassie’nin uyarısıysa artık zihninde parçalanmış ve bir rüyaya dönüşmüştü.
Ama tohumsa çoktan zihninin derinliklerine ekilmişti.
Ve şimdiden, kök salıp filizlenmişti.
Sunny, nihayet bu unutkanlık denizinden, zihnindeki bu yoğun sisten kurtularak her şeyi hatırlamaya başlamıştı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.