Adım Okamura Minori. 17 yaşındayım. Hayatımı hırsızlık yaparak ve ne iş bulursam ona girerek geçiriyorum. Annem ve 12 yaşındaki kardeşim Mai var. Annem yaşlı ve hasta; yataktan çıkamıyor. Mai ise evde, onun yanında kalıyor. Bir gün eve gittim ve kardeşime seslendim. “Mai, gel. Seninle parka gidelim.“ Her zaman evdeydi. Benden sürekli parka gitmek istediğini söylerdi ama ben izin vermezdim. Sokakların tehlikeli olduğunu biliyordum, tırsıyordum. O gün, sadece bir anlığına mutlu olmasını istedim. Mai’yi aldım ve parka doğru yürümeye başladık. Parkla evimizin arası çok uzak değildi, yaklaşık on dakikalık bir yoldu. Ben bankta oturup etrafı izlerken, Mai parktaki diğer çocuklarla oynamaya koştu. Bir anlık dalgınlıkla arkamı döndüm. Sadece bir saniyeydi. Geriye döndüğümde, parkın kenarına yanaşmış siyah, camları filmli bir araç gördüm. İçindekiler çocukları izliyordu. Şüphelendim. Ayağa kalkmak için hareketlendiğim an, aracın arka kapısı açıldı ve iki adam çocuklara doğru koşmaya başladı. Ben de fırladım. “MAİ! BANA GEL!“ Bağırışımı herkes duydu. Aileler, çocuklar... herkesin gözü bana çevrildi. Yetişmeye çalıştım ama nafileydi. Ben daha üçüncü adımımı atamadan, adamlar Mai’yi ve yanında duran bir erkek çocuğunu kaptıkları gibi arabaya bindirdiler. Arabanın peşinden koştum. Çaresizlik... Sadece arkalarından bakakaldım. Olduğum yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağladım. O anı hiç unutmuyorum. Benim travmam oldu. Polise gittim ama iki senedir hiçbir iz yoktu. Artık umudumu kesmiştim, ama pişmanlığım ilk günkü gibi tazeydi. Anneme söyleyemiyordum. Mai’yi sorduğunda, “Bir arkadaşının yanında,“ diyerek geçiştirdim. Neyse ki... annem yaşlıydı. Unutuyordu. Bu yüzden yalanımı anlamadı. Ama her sorusunda, kalbime kör bir bıçak saplanıyor gibiydi. Her neyse. O günden iki yıl sonra, bir gün yine dışarı çıktım. Hava bozuktu. İki sokak aşağıda dolaşırken gözüme birilerini kestirdim. Siyah takım elbiseli iki kişiydiler. Riskliydi, tehlikeli insanlara benziyorlardı ama zengin olduklarına emindim. Uzun boyluydular, birinin elinde çanta vardı. Arkalarından sessizce yaklaşıp çantayı kaptığım gibi koşmaya başladım. Sonra, ani bir patlama sesi duydum. Vücudum aniden soğudu. Adımlarım yavaşladı. Neler olduğunu anlamamıştım. Göğsüme baktığımda, hızla yayılan kan lekesini ve altındaki iki deliği gördüm. Yüzüm korku ve şaşkınlıkla donakaldı. “Noldu... bu kan... nasıl?“ Araba sesleri, insan sesleri... artık duymamaya başladım. Bütün sesler boğuk geliyordu. Yere yığıldım. Hareket etmeye çalıştıkça canım acıyordu. Yüzüstü kalakaldım. Gözlerim açıktı. O daha demin çantasını çaldığım adamlar başımın ucuna gelmişlerdi. Ayaklarını görüyordum. Biri çömeldi ve bana bir şeyler söylüyordu. Anlamıyordum ama bağırdığını hissedebiliyordum; ağzından çıkan tükürükleri yüzümde hissediyordum. Elinde silah vardı. Anlamıştım. Beni vurmuştu. O an tek düşündüğüm yaşlı annemdi. Ama artık yapacak bir şey yoktu. Ölüyordum. Vücudum üşüyordu ama aynı zamanda acı da kesilmişti. Gözlerim yavaş yavaş kararıyor, düşüncelerim kayboluyordu.
Ve öldüm.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.