Yukarı Çık




44   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   46 

           
Renard, sığınağın ikinci katındaki loş bir bakım odasına girdiğinde nefesi ciğerlerini yakıyordu. Sırtındaki yük sadece baygın bir çocuk bedeni değil, sanki yaklaşan kıyametin ağırlığıydı. Leo’yu odadaki tozlu, deri kaplı bir koltuğa neredeyse fırlatırcasına bıraktı. Çocuğun başı yana düştü, bilinci hâlâ kapalıydı.

Renard, odanın ortasındaki metal sandalyeye çökerken şakaklarını ovuşturdu. Beyninin içi, koridordayken taklit etmeye çalıştığı o kaotik, yeşil-kırmızı auranın artçı şoklarıyla zonkluyordu.

“Lanet olsun...“ diye fısıldadı karanlığa. Dişlerini sıkmaktan çenesi ağrıyordu. “O aura... O his... Bir insana ait olamaz. Sanki saf, işlenmemiş bir nefreti damarlarıma enjekte ettim. Disiplinli bir zihni parçalamak için tasarlanmış bir kaos.“

Gözlerini tavana, titreyen floresan lambaya dikti. Düşünceleri, sığınağın derinliklerine, o dipsiz kuyuya kaydı. Yaydığı ve taklit etmek için beynini çatlattığı o sahte sinyal, Patriot’a ulaşmış mıydı? O metal devi yukarı çekebilmiş miydi? Yoksa Lyra...

Lyra’nın yüzü zihnine düştüğünde, Renard’ın içinde tuhaf bir endişe kırıntısı belirdi. Lideri, o canavarla birlikte aşağı düşmüştü. Ve eğer Patriot renardın taklidine kanmamışsa bu onun hal aşağıda lyra ile birlikte olduğu anlamına geliyordu ve lyranın orada Hayatta kalma ihtimali, bir kar tanesinin cehennemde kalma ihtimaliyle aynıydı.

“Odaklan,“ dedi kendi kendine sertçe. “Senin görevin buradaki dostlarımızı kurtarmak.“

Gözleri, odanın köşesindeki masanın üzerinde duran mavi ışıklı bir panele takıldı. Sığınağın taktik haritasıydı bu. Renard ayağa kalktı, haritanın üzerindeki kalın toz tabakasını eliyle sildi. Ekranda yanıp sönen kırmızı noktalar, sığınağın katmanlarını gösteriyordu. Yapı, ters bir piramit gibi yerin dibine doğru iniyordu.

“Beş kat...“ diye mırıldandı, parmağını ekranda gezdirirken. “Biz şu an ikinci kattayız. Kızıl Yarada sağ kalan herkes de bu katta, fareler gibi deliklere saklanmış durumda. Patriot ve Lyra ise... en dipte, beşinci kattaki ’Depo’ alanında olmalılar.“

Zihni bir satranç ustası gibi olasılıkları hesaplamaya başladı.

Eğer burada, ikinci katta beklerse, Patriot eninde sonunda yukarı çıkacak ve bu katı bir mezbahaya çevirecekti. Kaçacak yerleri yoktu. Dışarıdaki zehirli gaz hâlâ ölümcüldü ve dağılması için en az yetmiş beş dakikaya ihtiyaçları vardı.

“Patriot’u buraya getiremem. Onu başka bir yere çekmeliyim.“

Parmağı haritanın daha derin bir noktasına, dördüncü kata bastırdı.

“Dördüncü kat... Havalandırma sistemlerinin ana merkezi. Ses yankılanır. Enerji dağılımı daha hızlıdır. Eğer Leo’yu oraya indirir ve o sahte aurayı orada, çok daha şiddetli bir şekilde yayarsam...“

Renard’ın gözleri kısıldı. “Patriot bu ’çağrıyı’ duyacak. Beşinci kattan dördüncü kata, avının kokusunu alan bir köpekbalığı gibi çıkacak. O metal devin çıkaracağı gürültü ve yıkım, ikinci kattaki bizim korkakları dehşete düşürecek. Sesler aşağıdan geldiği için, içgüdüsel olarak yukarı, yüzeye doğru kaçacaklar.“

Plan basitti ama intiharla eşdeğerdi.

“yetmiş beş dakika...“ diye düşündü, acı bir gülümsemeyle. “Patriot’la dar bir koridorda köşe kapmaca oynayarak yetmiş beş dakika hayatta kalmak... Bu delilik.“

Ama başka yol yoktu. Kızıl Yara’nın geleceğini kurtarmak ve lyrayı patriottan uzak tutmak için bu deliliği yapmaya hazırdı

Tam kendini zihinsel olarak bu ölüme hazırladığı sırada, arkasındaki deri koltuktan boğuk, acı dolu bir inilti yükseldi.

“Sen...“

Leo’nun sesi, cam kırıkları üzerinde yürüyormuş gibi pürüzlü ve zayıftı. Gözlerini zorlukla aralamış, karşısındaki yabancı siluete odaklanmaya çalışıyordu.

Renard, haritadan başını kaldırmadan, sakin ve otoriter bir tonla konuştu.

“Gürültü yapma. Ciğerlerin hâlâ zehir dolu.“

Leo, titreyen elleriyle koltuğun kenarına tutunarak doğrulmaya çalıştı ama bedeni ona ihanet etti. Başını arkaya yasladı, göğsü hızla inip kalkıyordu.

“Kimsin sen?“ diye sordu tekrar, bu sefer daha ısrarcı ama bir o kadar da çaresiz.

Renard, haritayı katlayıp cebine koydu ve yavaşça Leo’ya döndü. Yüzünde ne bir tehdit ne de bir şefkat vardı; sadece buz gibi bir profesyonellik okunuyordu.

“Adım Renard,“ dedi, sesi odanın sessizliğinde tok bir şekilde yankılandı. “Kızıl yarada Lyra’nın sağ koluyum. Ve şu an, bu lanet çukurda nefes almanı sağlayan yegâne kişiyim.“

Leo’nun gözleri “Kızıl Yara“ ismini duyunca hafifçe büyüdü ama korkacak gücü bile yoktu.

Renard, cevap beklemeden çocuğun yanına yürüdü. Eğildi, Leo’nun nabzını boynundan değil, doğrudan göz bebeklerine bakarak, aurasını tartarak kontrol etti.

“Enerjini konuşarak harcama, velet. Yürüyecek halin yok, ama gitmemiz gerek.“

Renard, Leo’nun itiraz Etmesine izin vermeden hızlı bir hareketle onu omzuna aldı.

Leo bırak beni desede Renard alaycı bir hırıltıyla. “cesedini sürüklemekle uğraşamam. Şimdi kes sesini.“ dedi

Koridora çıktıklarında, sığınağın metalik yankısı adımlarına eşlik ediyordu. Renard, yüküne rağmen adımlarını sessiz ve ritmik atıyordu. Bir süre sessizce ilerlediler. Sonra Renard, sanki havadan sudan bahsediyormuş gibi, ama aslında cevabını çok merak ettiği o soruyu sordu.

“Söyle bakalım evlat... Hükümet sizi neyle besliyor?“

Leo, Renard’ın omzunda sallanırken kaşlarını çattı. “Ne?“

“Normal değilsin,“ dedi Renard. Sesi, bir sorgu yargıcınınki kadar keskinleşti. “Sırtımda taşıdığım şey sadece yaralı bir çocuk değil. Az önce yaydığın o enerji... O yeşil ve kırmızı aura... O şey bir ’yeteneğe’ benzemiyordu. Daha çok... serbest kalmış bir felakete benziyordu.“

Renard duraksadı, başını hafifçe çevirip omzundaki Leo’ya baktı.

“Ve daha da önemlisi... O metal dev, Patriot... Sana bakarken bir düşmana değil, sanki bir hayalete bakıyordu. Nesin sen? Hükümetin yeni bir deneyi mi? Yoksa o laboratuvarlardan kaçan bir hata mı?“

Leo’nun kalbi hızlandı. Hükümetin onu “temiz“ sandığını, Kraliçe’yi, Öfke Mühürü’nü... hiçbirini anlatamazdı. Daha doğrusu, neyi anlatacağını kendisi bile bilmiyordu. Zihni koca bir boşluktu.

“Bilmiyorum...“ dedi Leo, sesi samimi bir korkuyla titredi. “Neden bahsettiğini gerçekten bilmiyorum. Ben... Ben sadece görevimi yapıyordum.“

Renard, kısa, histerik olmayan, kuru bir kahkaha attı.

“Görevin mi? Görevin bir Felaket sınıfı bir canavarın sırtına atlayıp, o yıkılmaz denilen kaskını yumruklamak mıydı? Çünkü az önce yaptığın şey tam olarak buydu.“

Leo donakaldı. Kanı çekildi. “Ben... Ben Patriot’a mı saldırdım?“

Renard, çocuğun sesindeki dehşeti duydu. Bu bir yalan değildi. Çocuk gerçekten hatırlamıyordu.

“Hah,“ dedi Renard, kendi kendine mırıldanarak. “Güç, sahibini aşıyor demek. Mükemmel. Kontrolsüz bir silah.“

Merdivenlere geldiklerinde Renard durdu ve derin bir nefes aldı. Aşağıdaki karanlık, onları yutmaya hazırdı.

“Dinle velet. Kim olduğunu, ne olduğunu ya da neyi hatırlamadığını umursamıyorum. Gizemli geçmişin senin olsun. Ama şunu bil...“

Renard, karanlık merdiven boşluğuna ilk adımını atarken sesi ciddileşti.

“Şu an Patriot’a karşı elimizdeki tek koz sensin. O canavarın dikkatini dağıtabilen tek şey senin o tuhaf auran. Bu yüzden canın değerli. Seni bu delikten sağ çıkaracağım, ama karşılığında... zamanı geldiğinde o gücü tekrar kullanman gerekecek.“

Leo, anlam veremediği bir kaderin içine sürükleniyordu. Patriot’a saldırmış mıydı? O gücü nasıl çağırmıştı? Ve bu düşman askeri neden onu kurtarıyordu?

“Renard...“ diye fısıldadı Leo. “Beni nereye götürüyorsun?“

Renard, dördüncü katın karanlığına doğru inerken soğuk, tehlikeli bir gülümseme takındı.

“Korkunun en saf haline... O şeyi yukarı çekmek için, senin dehşetini ona bir davetiye gibi sunmaya gidiyoruz.“

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

44   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   46