O gün, AikawaYouichi kendini çalkantılı hayatının en kötü durumunun içinde bulacaktı. Günlük yaşamında da sık sık berbat durumlarla karşılaşıyor, zorlukların üstesinden gelerek yoluna devam ediyordu. Kendini hep akıntıya karşı yüzen biri olarak görerek bir imaj inşa etmiş değildi—başkalarına boyun eğmeyi reddediyordu. Kulak asmıyordu. İnatçı bir adamdı. Gerçekliği reddediyordu. Aikawa, insanlar arasında onun hakkında neler söylendiğini biliyordu ve iyi ya da kötü, böyle bir işe sahip olanlar için kamuoyunun görüşü büyük önem taşıyordu. Birisi fazla atak olursa insanlar ondan nefret ederdi. Ama karşı çıkanlara aldırmadan yoluna devam ederse, popülerliği artardı. Dostlarından çok düşmanı vardı ve bununla gurur duyuyordu. Her şeye rağmen Aikawa işleri kendi bildiği gibi yapmaya devam etmişti. En azından… bugüne kadar. Bu durumun sebebi onun inadıydı. Ya da belki de fazla günah işlemişti. Bazı mesleklerde akılsızlık, cehalet ve dik kafalılık; merhamet göstermeden cezalandırılan ağır günahlardı. Ama Aikawa’nınişinde bu özellikler, insanı bu işe daha uygun hâle getiriyordu. Böyle olmak zorundaydı. “Bu son mu?” diye mırıldandı Aikawa; ağır ağır soluk alıp verirken, çenesinden süzülen teri takım elbisesinin koluyla sildi. Normalde özenle geriye taranmış, beyaz çizgilerle dolu saçları darmadağındı. Omuzları çökmüş hâlde, perişan ve tükenmiş görünüyordu—olduğundan çok daha yaşlı. Aikawa’nın önünde kapalı bir güvenlik kepengi yolunu kesiyordu. Koridordaki ışıklar sönüktü; her yer karanlığa gömülmüştü. Bu çağda bile gecenin karanlığının bu kadar farkında olmanın mümkün olup olmadığını düşündü. Bu işe yaramaz düşünceye tutunarak omzunun üzerinden geriye baktı. Geldiği yoldan geri dönmeye vakti yoktu. “Artık vazgeç.” Koridorda ürpertici ayak sesleri yankılandı, ardından karanlıktan siyah kayak maskeleri takmış birkaç figür çıktı. Kollarında, silah denen o vahşi metal yığınlarını taşıyorlardı. Aikawa, güvenlik kepengiyle silahlı adamların arasında sıkışıp kalmıştı. Silahları filmlerde ve dizilerde defalarca görmüştü ama gerçek hayatta pek karşılaşma fırsatı olmamıştı. Şimdi ise onları birebir görme fırsatı bulmuşken, istemeden de olsa küçük ve sıradan aletler gibi göründüklerini düşündü. Ama durum öyle değildi; yaklaşan figürlerden yayılan kana susamışlık, bunların ölümcül silahlar olduğunu açıkça belli ediyordu. Hemen ateş etmemelerinden faydalanarak Aikawa konuşmayı denedi. “Ne… ne istiyorsunuz? Bana ne yapmayı planlıyorsunuz?” Karşılık veren ses soğuktu, öfke doluydu. “Cidden neyin peşinde olduğumuzu bilmiyor musun? Sana mektup üstüne mektup göndermemize rağmen mi?! Uzun zamandır alarm veriyoruz!” “Mektuplar…?” “Evet, mektuplar! Bu bile hafızanı tazelemiyorsa, konuşacak başka bir şeyimiz yok.” Aikawa, nefret dolu adamın ne demek istediğine dair gerçekten hiçbir fikre sahip değildi. Bahsedilen mektuplar her gün aldığı şikâyet mektuplarındansa, muhtemelen Aikawa’yaulaşmadan imha edilmişlerdi. Adamların neden bu kadar şiddet içeren yöntemlere başvurduğunu ve neden bu kadar öfkeli olduklarını tahmin edebiliyordu ama bu, Aikawa’nın bir şey yapabileceği anlamına gelmiyordu. Adam, Aikawa’nın çaresizliğini sezmiş gibi parlayan silahı ona doğrulttu. “Öl ve insanlık için bir basamak taşı ol.” Aikawa’nın etrafındaki dünya renklerini yitirmiş, yavaşlamış gibiydi. Filmlerdeki gibi, diye düşündü kayıtsızca. Hayatının büyük kısmını mücadele ederek geçirmiş, hem zaferleri hem yenilgileriyle kendini ileriye taşımıştı ama bu gerçekten de son gibi görünüyordu. Hayatı gözlerinin önünden geçmedi. Ne karısını ve çocuğunu gördü, ne yapması gereken işleri, ne de küçükken anne babasıyla geçirdiği zamanları. Sadece hayatını sona erdirecek o kuru silah sesini bekledi. Adamın parmağı yavaşça tetiği sıktı. Namlu ağzından çıkan çelik bir mermi, merhametsizce onu parçalamaya hazır hâlde Aikawa’ya doğru fırladı.
***
Adam tetiği çektiği anda, Aikawa’nın başının üzerinden bir ses geldi. Barut kırmızı bir parıltıyla patlarken, koridorda yankılanan keskin sesle birlikte, Aikawa’nın önüne bir şey düştü. Merminin, onun yerine çarptığı bir şey. “Bu da ne…?” Bunu kendisinin mi yoksa silahlı adamın mı söylediğinden emin değildi. Olaylar gelişmeye devam ederken zihni olan bitene yetişemiyordu. “Hedef güvenli şekilde tespit edildi ve kıl payı koruma altına alındı,” dedi yabancı bir ses. “Of, ya, bu gerçekten de en enen son anda oldu!” dedi bir başkası. “Bir milisaniye geç kalsaydın görev başarısız olacaktı. Havalandırma kanallarından sürünmeye bu kadar karşı çıkmasaydın böyle olmazdı.” “Karşı çıkmıyordum. Sadece saçım sürekli bir yerlere takılıyordu.” Hayatını kurtarmak için kendini merminin önüne atan kişi, iş tulumu giymiş, mutsuz görünümlü genç bir kadındı. Kollarında tuttuğu bir oyuncak ayıyla konuşuyordu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.