Yukarı Çık




14   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   16 

           
 
Gözlerimi tekrar açtığımda odadaki beyaz ışık gözlerimi incitti.
 
 
Kaşlarımı çattım ve gözlerimi kırpıştırdım. Işığa baktıktan sonra tekrar etrafa göz gezdirdim; duvarda posterler veya hiçbir iz yoktu. Sarı kaz perdeleri pencere tarafından çekilmiş ve yüksek gökyüzü parlak pencereden görünebiliyordu. Köşedeki kanepe, yatağın yanındaki sandalye, tüm oda derli topluydu ve popülerlikten iz yoktu. Bir şey duyduğumda kafamı çevirdim ve infüzyon tüpünün [serum hortumu] havada asılı olduğunu fark ettim. Damlalar birer birer düşüyordu. Birleştikten sonra, aşağıdaki ince tüpten aktılar ve iğneyle derimin arkasına geçtiler, vücuduma.
 
 
Bir süre daha yatakta uzandım, göğüsümde bir taşın ağırlığı var gibi hissediyordum. Kalbim, nefes alabilmek için fazladan çalışmak zorunda kaldı. Elimdeki iğneyi çıkarmak ve bağırıp çağırmak, hatta tekrar o kabusa döndüğümü kanıtlamak için vücudumdaki yarayı yırtmak istiyordum. Ama hiçbir şey yapmadım, sadece orada uzandım ve ifadesizce tavana bakarak gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Bir uyuşturucu bağımlısının uyuşturucuya hasreti gibi, açgözlü ve kendimden geçmiş bir şekilde rüyaya geri dönmek istedim.
 
 
Bana gülümseyenler, hissettiğim sevgi ve mutluluk, sıcaklık hala oradayken, onları kollarımda sıkıca tutuyorum, çoktan donmuş göğsümü örtmeye çalışıyorum.
 
 
Biri kapıyı açtı ve yaklaştı. Kontrole gelen hemşirelerden biriydi. Bana şaşırmış bir şekilde baktı ve “ah” diyerek dışarı çıktı. Çok geçmeden birkaç doktor ve hemşire kapının oradan beni kontrol ediyorlardı. Sessizce uzanıp hareket etmelerine izin verdim. O anda beni uyandıran hemşire yatağımın önünde durdu, uzun süre tereddüt ettikten sonra beni kaldırdı ve yastığımı yenisi ile değiştirdi. Çoğunluğu ıslak olan yastıkla odadan çıkarken bana baktı. Bu kısa bakış, muhtemelen bacakları ve ayakları kırık olan, sokakta sadaka toplayan insanlara attıkları bir ima içeriyordu.
 
 
Oda tekrar sessizleşti ve güneş batana kadar sessizce yatağımda uzandım. Pencerenin dışındaki gökyüzü kıpkırmızıydı, sanki odayı yakmak ister gibi yansıyordu.  Yi Tian o anlarda, ardından onu takip eden yaşlı iki kadınla geldi. Kadınlardan biri içeri girdikten sonra, yiyecek kabını yatağın yanındaki masaya koydu, içerisinden birkaç küçük soğuk yemek çıkardı ve diğer kadına uzattı.Sonrasında ise kadının  yemeklerin homojen olması için termosu çalkalamasını bekledi. Sonunda yenmeye hazır olan hafif beyaz bir yulaf lapasını diğer kadının elinden alıp termostan kasenin içerisine boşalttı. Yüksek yatakta doğrulduktan sonra, kaseyi alıp bana doğru yürüdü. Bir kaşığı yulaf lapası ile doldurdu ve ağzımı açmamı bekledi.
 
 
“Kendim yapacağım.” Kuru boğazım yüzünden sadece kendim duyabileceğim şekilde boğukça fısıldadım. Kadın Yi Tian'a bakmak için başını çevirdi ve kaseyi bana onun onayını aldıktan sonra verdi. Elim o kadar titriyordu ki, kaseyi düzgün tutabilmek için uzun süre uğraştım, parmaklarımı bile kullanamadım. Kaşığı birkaç kez daha tutmayı denedim fakat başaramadım. Yavaşça aşağı baktım ve ufak hareketlerle lapayı içmeye başladım. Sıcak ve aynı zamanda beyaz olan yulaf lapası boğazımı ve midemi daha da rahatlattı.
 
 
Yi Tian, iki kadın ambalajları toplayıp gidene kadar elinde bir tablet ile yanımda oturmuştu.
 
 
“Yi Tian…” Hastanede yaptıkları için teşekkür etmek istedim ama sonra fark ettiğimde, yanlış davrandığımı düşünmüş olmalı, bu durumda iki yüzlü davranmış ve yardım istemiştim. “Hey.” Cevap vermeyi geç, başını bile kaldırmamıştı. Biraz utandım ve tereddütle; “Sadece annemin bedenini gömmek için yardımını isteyecektim.” Bu şekilde ne kadar kalacağımı bilmiyordum, annemin vücudu ile nasıl başa çıkacağımı da bilmiyordum. Eğer kimse sormazsa… Göğsümde bir ağrı hissettim, bunu düşünmeye cesaret edemiyordum.
 
 
Yi Tian sonunda tableti bırakarak bana baktı. Gözleri hala duygusuz bakıyordu. “Songhe Mezarlığına gömüldü.”
 
 
Songhe Mezarlığı hakkında ona şüpheyle baktım. Mezarlık, şehrin eteklerinde üst düzey bir mezarlıktı. Orada bu şeylerle nasıl ilgilenebilirdim? Ve Li Zhi de bu duruma sahip değildi.
 
 
Bir süre buna tepki veremedim, ama Yi Tian şüphemi gördü ve konuşmaya başladı. “Lin Han adına senden özür dilerim.” İfadesi kayıtsızdı ve yere diz çökmüşüm gibi gururlu gözüküyordu. Muhtemelen gözlerinde saçma bir palyaçoydum, yaşadığım acı ilginç bir gösteriydi, şovu izledikten sonra, bana biraz para attılar ki bu benim için bir ödüldü.
 
 
Gerçekten gururla kükremek istedim: "Hayırseverlik sempatisine ve paranıza ihtiyacım yok!" Ama bu da neydi? Böyle saçma benlik saygısı ve kızgınlığı ne ile takas edilebilirdi? Annem üst düzey bir mezarlıkta uyuyabilir mi? Yaşamı boyunca bu kadar aşağılayıcı olan aptalı, çoğu insanın ölümünden sonra kalamayacağı bir yerde olabilir mi? Boşa harcadığı zamanı ona nasıl geri verebilirdim? Bilmiyorum. Bu yüzden en içten ifademle “Teşekkür ederim.” diyerek başımı salladım.
 
 
Konuşmayı bıraktı, odadaki atmosfer iç karartıcıydı. Bu sefer tekrar geleceğini sanmıyordum. Muhtemelen bu hayatta birbirimizi bir daha görmeyecektik, bu yüzden ona net bir şekilde açıkladım, “Başka fotoğraf yok. Annemin ameliyatı için para toplamakta acele ediyordum. Bir şey söylemeyeceğim.”
 
 
Yi Tian sessizce bana baktı, onun hatasından dolayı bahane ürettiğimi düşünmesinden korktum, bu yüzden her şeyi netleştirmek istedim. “Ve… Üzgünüm. Daha önce çok fazla şey yaptım.” Güldüm. Hayatının bu kadar utanç verici bir anısına sahip olduğum için üzgünüm.” Kalbinden geçen tepkiyi tahmin edebiliyordum, beni azarlamaya veya bu ikiyüzlülükle ne yapacağımı sormaya hazırdı. Ama hiçbir şey söylemedi. Ayağa kalktı ve bana bakmadan ayrıldı.
 
 
Sırtının yavaşça uzaklaştığını izledim ve kapı geri kapanana kadar gözlerimi çekmedim. Görüşüm yavaş yavaş bulanıklaştı ve aniden kalbimden gelen aşırı azim ve hüzün beni şaşırttı.
 
 
Aninden onun önünde durup ciddiyetle ve dürüstçe “Seni Seviyorum.” demediğimi hatırladım. Belki de bu iki kelime çok ağır, güzel ve kutsaldı. Köklenmiş aşağılık ve korkaklığım ile konuşmaya cesaret edememiştim. Gerçekten birisini hakketmek, elini tutmak ve bir kez söylemek istiyordum. En şiddetli, en berbat küfür ve merhametsiz yumruklarla yüzleşmek zorunda olsak bile.
 
 
Bu muhtemelen hayatımdaki son şanstı.
 
 
Yi Tian gittikten sonra odada yalnız kaldım. Akraba ve arkadaşlarımdan hiçbir ziyaret, güzel çiçekler veya samimi meyve sepetleri yoktu. Bütün oda boş ve soğuk görünüyordu, ölü gibiydi. Çok sessizdi, yavaş yavaş uykulu hissetmeye başladım ve göz kapaklarım uyuştu. Garip bir şekilde, annem hastaneden panik içinde kaçıyordu ve bir şey arıyordu. Zayıf bir adam yolun karşısında yürüyordu, yüzünde sevinçle onu kovaladı, o anda bir araba soldan dörtnala geliyordu ama göz açıp kapayıncaya kadar adama çarptı ve bir kan havuzuna uçtu.
 
 
Gözlerimi şokla açarak, sırtımda rahatsız eden kıyafetlerimle uyandım. Hafiçe büzüldüm ve biraz üşüdüm. Yorganı çekmek için uzandığımda, sanki göğsümden geliyormuş gibi, uzun bir süre bastırılmış bir adamın aşırı acıya dayanamayacağı bir çığlık gibi, küçük boğuk bir ses duydum. Kulağımda uğuldayan her türlü ses vardı. Keskin, yürek parçalayan yakarışlar ve kalp atışları, zayıf kalp atışları için ağlayanlar. Tüm sesler birden bire karıştı ve beni dumura uğrattı.
 
 
Göğsümden ağır bir nefes aldım ve ağzımı açtım, kalp atışımı sakinleştirdim, "Korkma ... korkma ..." Gözyaşlarımı sildim ve bağırdım, "Korkma ... ağlama... hemen sana geleceğim. "
 
 


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


14   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   16 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.