Yukarı Çık




Sonraki Bölüm   2 

           
Çeviri: SaikiMood
☃ İyi Okumalar
Bölüm 1: Ben İyi Biriyim

Sonbaharın başlarıydı, yağmur deli gibi yağıyordu.

Gökyüzü o kadar kararmıştı ki, sanki üzerimize çökecek gibiydi. Saat daha beşi az geçmişti ama hava şimdiden gece gibiydi.

Xu Qing sokakta paçalarını dizine kadar sıvamış, suya bata çıka koşuyordu. Her adımda su şelale gibi sıçrıyor, arkasında küçük gölcükler bırakıyordu.

“Hey Xu, şemsiyen yok mu senin?!”

Site girişindeki güvenlik kulübesinden yaşlı görevli seslendi. Masanın altından bir şemsiye çıkardı, Xu Qing yaklaşınca sallaya sallaya gösterdi.

“Yolda kırıldı!”

Xu Qing kulübenin yanındaki büyük şemsiyeye vardığında bir el salladı, üstüne başına baktı, saçından suları sıktı.
“Zaten sırılsıklam oldum, boşuna taşıyacağım şimdi.”

Paçalarını düzeltti, su şıpırtıları eşliğinde yürümeye devam etti.

Zaten az insanın yaşadığı eski apartman bu havada iyice ıssız görünüyordu. Bina girişine vardığında ayakkabılarını silkeledi, ceketini sıktı, sonra cebinden anahtarlarını çıkarmaya çalışırken içeri girdi.

Merdiven boşluğunda bir çıtırtı duyulunca sensörlü lamba yandı. Tam o sırada Xu Qing durdu. Kapısının önünde bir silüet vardı.

Bir kız.

Duvara yaslanmıştı, gözleri temkinli bir şekilde lambaya bakıp sonra hızla ona yöneldi. Bakışları soğuk ve mesafeleydi, sanki birazdan “Sen kimsin?” diye soracak gibiydi.

Yüzüne yapışan saçlarından hâlâ su damlıyordu. Belli ki o da yağmurda kalmıştı.

Ama Xu Qing’i asıl şaşırtan kızın kendisi değil, giydiği şeylerdi: Bildiğin dönem dizisinden fırlamış gibiydi. Üzerinde kalın keten bir cübbe, bir elinde sapından sımsıkı tuttuğu kılıç, ayağında hasır sandaletler — öyle yıpranmıştı ki parmakları dışarı çıkmıştı.

*Bu ne adanmışlık yahu…*

Xu Qing, özellikle o sandaletlere bakarken içinden hafifçe güldü. Anahtarını ararken kıza bir bakış attı ama o bakışa karşılık kız bir anda kasıldı, gözleri büyüdü, belini hafifçe geriye verdi ve kalın bir aksanla bağırdı:

“Dur orada!”

“......”

Xu Qing anahtarlarını salladı ve kapıyı işaret etti.
“Şey... Burası benim evim?”

Bir an durdu.
Gerçekten bu kadar şüpheli mi duruyorum ben?

Kız bir adım geriye çekildi. Xu Qing hafif alınmıştı.

“Yani...”

Tam bir şey söyleyecekti ki vazgeçti. Anahtarı yuvaya taktı, kapıyı açtı. Kız hâlâ gözünü ondan ayırmamıştı. Öyle bir bakıştı ki... dikenlerini kabartmış bir kirpiye benziyordu.

Kızı kapıda bırakıp içeri girdi, kapıyı kapattı. Üstünü çıkardı ve kendini sıcak duşa attı.

Sıcak su hem yağmuru hem yorgunluğu alıp götürdü.

Yağmurdan sonra güzel bir duş, üzerine pijamalar, elinde buz gibi gazoz... *ah, hayat.*

“Kavun, gel bakalım buraya kızım!”

Elinde gazozla kumandayı kaptı, televizyonu açtı. Dolaptan mama çıkardı, kasenin içine döktü.

Kavun, iki yıl önce sitedeki duvarın üstünde iskelet gibi dururken bulduğu sokak kedisiydi. Günlerce gizli gizli beslemişti, sonunda bir gün bir sosisle kandırıp evine almıştı.

O gün bugündür sokak kedisinden eser kalmamıştı: şişko, keyifli, miskin bir ev kedisi olmuştu.

Dışarıda fırtına, içeride gazoz ve kedi keyfi.

Xu Qing pencereye bakıp telefonundan burger, tavuk dürüm ve kola siparişi verdi. Yağmur havasına en çok yakışan menü buydu.

Gök gürledi, şimşek çaktı. Saatine baktı, sonra da kapıya. Bir an düşündü, şemsiyeyi kaptı, kapı deliğinden dışarı baktı.

Kız yoktu.

Gıcır...

Kapıyı usulca açtı ve…
Evet, kız hâlâ oradaydı. Birkaç adım ötede, hâlâ tetikte bekliyordu. Sanki dövüşe hazırlanıyor gibiydi.

“Şey…”

Hayatında ilk defa biri onu tehdit olarak görüyordu. Tuhaf bir duyguydu.

“Yağmur duracak gibi değil. Ev yakınsa git, uzaktaysa birini ara gelsin. Gerekirse güvenlik amcayı çağırayım. Bu hâlde dışarda bekleme…”

Kız hâlâ susuyordu. Yabancı olduğu her hâlinden belliydi. Bu civardan olsa Xu Qing mutlaka hatırlardı.

Sonunda konuştu. Yine o garip aksanla:
“Burası neresi?”

Xu Qing şemsiyeyi tutarken kapıya yaslanmıştı.
“Jiahe Sitesi. Beiwang Caddesi üzerindeyiz.”

“......”

“......”

Göz göze geldiler. Kız biraz kaşlarını çattı, düşündü, sonra sordu:
“Sen de kimsin?”

“Hmm...” Xu Qing afalladı.
Ben kimim acaba…

“Bana ‘yakışıklı’ diyebilirsin. Şemsiyeyi alacak mısın? Yoksa geri götürüyorum.”

Kızın yüz ifadesi biraz yumuşadı. Göz ucuyla şemsiyeye baktı, sonra kılıcı tutan elini gevşetti, yumruğunu sıkarak geleneksel bir selam verdi:
“Ben, Yan Çetesi’nin öğrencisiyim. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum…”

“......”

Xu Qing gözlerini kırptı.
Kesin kendini rolüne fazla kaptırmış bu.

“Hangi okulun tiyatro kulübü bu ya? Neyse, güvenlik amcayı arayayım da biri gelip ilgilensin.”

Şu an tek amacı kıza bir şemsiye uzatıp hayatına devam etmekti. Ama cosplay’e fazla kaptırmış biriyle uğraşmak da vardı.

Kız hâlâ geleneksel kıyafet içinde, saçını iple bağlamış, kılıcı sırtında, tam anlamıyla bir dövüş sanatları filminden fırlamış gibiydi.

İç çekti, geri döndü, telefonunu aldı.

Bu yağmurda dışarda kalırsa sabah haberlere çıkardı bu kız.

Xu Qing telefonunu aldı, güvenlik görevlisinin numarasını çevirdi ve bir yandan kıza “gelebilirsin” diye işaret etti.

“Alo alo, Zhao Amca, beni duyuyor musun?”

Telefon birkaç kez çaldı. Kız hâlâ kapının eşiğindeydi, temkinli bir şekilde Xu Qing’in ne yaptığına bakıyordu.

“Xu? Ne oldu?”

Tam o anda…

**PAT!**

Televizyon bir anda son sesle reklam açtı. Hem Xu Qing hem kız irkildiler.

Tak!
Çatırt!
Cızzzt...

Televizyonun tam ortasında bir hançer saplıydı. Ekrandan dumanlar yükseliyordu.

“Xu? Orada ne oluyor?” Zhao Amca’nın sesi telefondan gelmeye devam ediyordu.

**Şang!**

Kız bir anda kılıcını çekti. Kılıç buz gibi bir ışıltıyla parlıyordu.

Xu Qing önce 
dumanı tüten televizyona, sonra da kılıcı kaldırmış halde taş kesilmiş kıza baktı.

“......”

“......”

“Xu?”

“Yok yok, bir şey yok. Devam et sen.”

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

Sonraki Bölüm   2