Yukarı Çık




5   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   7 

           
Çeviri: SaikiMood
☃ İyi Okumalar
Bölüm 6: Umut Bir Rüyadır
“Bunu evet olarak alıyorum.“
Xu Qing birkaç saniye bekledi. Jiang He’nin ne kıpırdadığını ne de gitmek gibi bir niyeti olduğunu görünce gözlerini yerdeki kılıca çevirdi.
“Bak, bundan sonra durduk yere kılıç çekme. Bu dünyadaki insanlar için bu korkunç bir şey. Eğer aklına takılan bir şey varsa, çekinmeden sor. Elimden geldiğince anlatırım.“
Jiang He başını hafifçe yana eğdi, uzun uzun düşündü. Dudakları kıpırdadı ama ses çıkmadı.
O kadar çok soru vardı ki… Nereden başlayacağını bile bilmiyordu.
Burası hakkında hiçbir fikri yoktu. Her şeyi öğrenmek istiyordu ama nereden gireceğini bilemiyordu.
“Senin karın nerede?“
“...Ne?“
Xu Qing’in beyni kısa devre yaptı. Yani… kadın milleti dedikoduya programlı mı doğuyor?
“Ben buradayım…“ Jiang He etrafa baktı, yumruklarını sıktı, gevşetti.
“Yani ben… yirmili yaşlarının ortalarında, safkan bekar bir adamım. Henüz evlenmedim.“
“…Evli değilsin yani?“ “bekar” kelimesini tam anlamamıştı ama “evli değilim“ kısmını kaçırmamıştı.
“Evet,“ diye başını salladı Xu Qing.
“…“
Odaya hafif bir sessizlik çöktü.
“Şimdi şey mi düşündün, işte ’bir kadınla bir adam aynı evde kalıyor, ayıp değil mi’ falan mı diyorsun? Bak burada bu normal. Hem seni gelip yatağımda yatırmıyorum zaten. Şu tarafta bir depo var, orayı temizlerim, orada kalırsın.“
Kendini tutamadı, doğrulup kalktı ve depoyu işaret ederek kıza orayı gösterdi. İçeride yaylı bir yatak vardı. Ufak bir temizlik ve birkaç çarşafla yaşanır hale gelirdi.
Jiang He onun omzuna bile zor yetişiyordu. Kapının önünde durdu, başını kaldırdı, hafif garip bir ifadeyle Xu Qing’e baktı.
Sadece bir “merhaba” ile yemek söyleten biri… ve yaşını başını almış bir adam hâlâ evli değil… Buranın gelenekleri böyle mi?
Xu Qing onun ne düşündüğünden habersiz, yatağın üzerindeki dağınıklığı toparladı, bir havluyla sildi, ardından odasından bir kış yorganı getirdi. Yazlık-kışlık toplamda birer seti vardı, idare edecekti artık.
“Hepsi temiz, yeni yıkandı. Şimdilik bunlarla idare et, yarın bakarız daha iyisine.”
İşini bitirince kapının önünde durdu. Bir kez daha kapıyı nasıl kilitleyeceğini gösterdi. Sonra biraz duraklayıp, hafif kederli bir gülümsemeyle, “Erken uyu. Biliyorum kafan karışıktır. Benimki de öyle. Neyse… iyi geceler,“ dedi.
“...Umarım yarın uyanınca bunların hepsi sadece bir rüyaydı. Bu arada adım Xu Qing.“
Bunu dedikten sonra hafifçe gülümsedi, salonun ışığını kapattı ve odasına döndü.
Jiang He sessizce kapının yanında durdu. Onun odasına kapanışını izledi. Etrafa göz gezdirip yerdeki uzun kılıcını aldı, sıkıca kavradı ve kendi odasına geçti. Yatağın kenarına oturup düşüncelere daldı.
---
Gece derinleşti.
Bulutlar yavaş yavaş dağıldı, yağmur sonrası açan ay parladı. Yumuşak ay ışığı pencereden içeri süzüldü, Xu Qing’in yüzüne vurdu.
Uyuyamıyordu.
Gözleri açıktı, pencereden dışarıdaki aya bakıyordu. Her şey hâlâ gerçek değilmiş gibi geliyordu.
Sıradan, hatta biraz da bahtsız bir gün yaşamıştı: İş görüşmesine gitmişti, dönüşte yağmura yakalanmıştı, sonra da… 1200 yıl öncesinden çıkıp gelmiş kılıçlı bir kız bulmuştu.
Uzaklarda birkaç köpek havladı.
Xu Qing yatağında döndü, kolunu başının altından çekip biraz rahatladı. Bir süre dinledi, başka ses gelmeyince gözlerini kapattı ve kendini uyumaya zorladı.
“Ne halt yediysek, yarın düşüneceğiz artık…”
---
Farkına bile varmadan sabah olmuştu.
Xu Qing gözlerini açtığında saat sabah onu geçmişti. Yani... yeni güne “resmen kaytararak” başlamıştı.
Yatakta tembel tembel esnerken telefonunu eline aldı. Sosyal medyada gezinirken, dışarıdan gelen hafif bir sesle dondu.
Kılıçlı hatun mu?!
Xu Qing fırladı yerinden. Sinsice kapıya yaklaştı, hafifçe araladı.
Salonda Jiang He oturmuştu. Üzerinde dün verdiği tişört vardı. Elinde sararmış bir ipek kumaşla kılıcını siliyordu.
“Xu... Qing?“
Kız, kapıdaki hareketi fark edip başını çevirdi.
“Şey... demek ki bu rüya değilmiş, ha. Sen... yani...“
Xu Qing’in kalbi hafifçe hızlandı. Üzerini toparladı, masaya yürüdü, büyük bir bardak su doldurup tek seferde içti. Derin bir nefes aldı.
Az önce aklından “acaba kandırılıyor muyum” gibi bir düşünce geçmişti ama… duvardaki televizyona saplanmış hançere bakınca o ihtimali sildi attı.
Gerçekten 1200 yıl öncesinden gelmişti bu kız.
“Demek erken kalktın ha...”
“Şu an neredeyse öğlen,“ dedi Jiang He, kılıcını kınına yerleştirerek. Xu Qing’e baktı, ifadesi biraz karışıktı.
Bu adamın öğlene kadar yatması… ona garip gelmişti ama bir yandan da huzur verici bir şeydi bu.
“Ee...“
Xu Qing kafasını kaşıdı. “Aç mısın?”
“Biraz.“
Jiang He kendine baktı, üzerindeki tişört ve pantolonu fark etti. Sonra kalktı, odasına gidip iki küçük gümüş parça çıkardı ve masaya koydu. Ardından Xu Qing’e bakarak biraz çekinerek,  
“Her ne kadar ihtiyacın yok gibi görünse de... al bunları,“ dedi.
“Altın var mı?“ dedi Xu Qing, ani bir dürtüyle.
Gümüş çok bir işe yaramazdı ama altın... altın her çağda altındı! Hele kimlik çıkarma işi zor olacaktı, rüşvet falan gerekecekti belki…
Çn: En sevdiğim en sevdiğim harika
Jiang He durdu, düşündü, sonra odasına döndü. Elinde hilal şeklinde bir yeşim kolye ile geri döndü.
“Bu... en azından biraz gümüş eder.”
“Boşver, ben şaka yaptım. Hiçbir şeyi bozdurma. Seni doyuramayacak kadar fakir değilim. Al şu gümüşleri geri.”
Xu Qing elini salladı. Kızın üzerindeki bol kıyafetlere baktı ve karar verdi: Dışarıdan yemek söylemeyecekti.
“Sen burada kal. Ben çıkıp birkaç ihtiyaç alacağım, sana da kıyafet bakacağım. Öğle yemeğini de getiririm. Ama sakın dışarı çıkma. Dışarısı senin için tehlikeli.”
Üzerindeki kıyafetler ne kadar şirin dursa da, hâlâ “başka bir döneme ait” havası veriyordu. Üstelik bu kıyafetlerle sokağa çıksa millet dönüp bakardı. Saçlarını açar, sade bir şeyler giyerse belki biraz dikkat çekmeden idare edebilirdi.
Bunu düşünerek üzerini değiştirdi, dışarı çıktı. Aklı hep aynı soruda: Bu kızın kim olduğunu nasıl saklayacak ki?
Çünkü bu işin şakası yoktu. 1200 yıl öncesinden çıkıp gelmiş gerçek bir savaşçı... Olay patlarsa, dönüşü olmaz.
“Yaklaşık bu boylarda... beden ölçüsü ne ki?”
Kadın giyim mağazasına girmişti Xu Qing. Omzuna göre ölçüm yaparak birkaç sade ama şık kıyafet seçti. Personelle biraz danıştı, üç takım aldı. Çıkarken aklına esti, bir de uzun etek ekledi sepete.
Tişört, pantolon, ayakkabı, çorap ve...
Bir de iç çamaşırı alması gerekiyordu.
Yan tarafta kadın iç giyim mağazası vardı. Şöyle bir durdu... yüzünü buruşturdu... sonra “ne olacak be” deyip içeri daldı.
“Ne beden istiyorsunuz?“
Kasiyer kadının bu sorusuyla Xu Qing’in bütün vücut dili bozuldu. Ellerini havaya kaldırdı, ölçü gösterir gibi yaptı.  
Sonra düşündü:  


Ben ne alıyorum lan şu an?

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

5   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   7