Yukarı Çık




0   Önceki Bölüm 

           
CİLT 1 BÖLÜM 1 KISIM 1: KARŞILAŞMAMIZ VE GÖZYAŞLARIM

 

 

Saimori hanesi de diğer soylu aileler gibi, güne başkentin ortasında yer alan geniş, geleneksel Japon konutlarının oturma odasında yapılan sakin bir kahvaltıyla başlardı. Ya da en azından, sabahın taze havasını delen tiz bir ses olmasaydı sakin olabilirdi.
 
“Bu da ne demek oluyor?!”
 
Kaynar sıcaklıktaki sıvı Miyo’nun yüzüne ve göğsüne sıçradı. Yerde eğilmiş halde dururken tek bir inilti bile çıkarmadı. Elinde bir çay fincanı tutan güzel genç kadın, ablasının yamalı bir hizmetçi kıyafeti içinde başını yere kadar eğerek özür dilemesine, öfkeyle kaşlarını kaldırarak baktı. Odadaki hizmetkârlar her zamanki gibi bakışlarını kaçırdı.
 
“Bu çay o kadar acı ki içilmiyor!”
 
“Çok özür dilerim…”
 
“Hemen bana taze bir fincan yap!”
 
Çayı her zamanki gibi, aynı şekilde demlemiş olmasına rağmen Miyo, sanki onun hizmetkârıymış gibi üvey kız kardeşinin isteğini sessizce kabul etti ve başı öne eğik halde mutfağa koştu.
 
“Aman Tanrım, doğru düzgün çay bile yapamıyor. Hiç mi utanması yok?”
 
“Gerçekten de. Ne kadar utanç verici.”
 
Miyo, odadan çıkarken üvey annesiyle üvey kız kardeşinin alaycı fısıldaşmalarını duymamış gibi yaptı. İnsan, babasının araya girip kızının alay edilmesini durduracağını düşünebilirdi ama o, hiçbir şey olmamış gibi yemeğine devam etti. Son birkaç yıldır Miyo’yu bir kez bile savunmamıştı ve artık onun bunu yapacağına dair en ufak bir umudu da yoktu.
 
Kadim zamanlardan beri bu ülkeyi insan dışı varlıklar musallat etmişti. Bunların bazıları insanlara ya da hayvanlara benzerdi; bazıları öylesine çarpıktı ki tarif edilemezdi; bazılarıysa sabit bir biçime bürünmeyi reddedip akışkan şekilde şekil değiştirirdi. Şeytan ya da ruh olarak da adlandırılan bu öte-dünyasal varlıklar, insanlara karşı düşmanca davranırdı.
 
Onları avlama görevi, doğaüstü güçlere sahip soyların torunları olan Yeteneklilere düşerdi. Yalnızca bu seçkin azınlık, Ruh Görüsü sayesinde bu Ucube Yaratıkları görebilir ve tek zayıflıkları olan doğaüstü saldırılarla onları yok edebilirdi. İmparatorluk için vazgeçilmez olan Yetenekliler, toplumda yüksek bir statüye sahipti.
 
Saimori ailesi, Ucube Yaratıkları ortadan kaldırarak ün kazanmış, köklü soylu ailelerden biriydi. Miyo, kuşağının en büyük çocuğuydu. Anne ve babasının evliliği tamamen stratejikti. Hem babası hem de annesi Yetenek sahibiydi ve aileleri, kan bağını güçlendirmek için bu evliliği ayarlamıştı. Babası buna karşı çıkmış olsa da itirazları dikkate alınmamıştı. Sonunda sevgilisiyle ilişkisini kesmiş ve istemeyerek de olsa Miyo’nun annesi olacak kadınla evlenmeyi kabul etmişti.
 
Bu sevgisiz birliktelikten Miyo dünyaya gelmişti. Görünüşe göre, ilk birkaç yıl boyunca kızlarını sevmişlerdi. O döneme ait anıları oldukça silikti, ama babasının onu şımarttığını, annesinin de onu gözünden sakındığını duymuştu. Ancak Miyo iki yaşındayken annesi hastalıktan ölünce ve babası eski sevgilisiyle evlenince her şey değişmişti.
 
Üvey annesi, Miyo’dan, kendisini babasından ayıran kadının çocuğu olduğu için nefret ediyordu. Babasıysa ikinci eşine duyduğu suçluluk yüzünden her konuda ona boyun eğiyordu. Üstelik üvey kız kardeşi doğduğunda Miyo’ya olan tüm ilgisini kaybetmişti; çünkü sevdiği kadının kızını tercih ediyordu.
 
Miyo’nun küçük kız kardeşi Kaya, ikisi arasında daha güzel olduğu gibi insanları parmağında oynatma konusunda da ustaydı. Üstelik Miyo’da olmayan Ruh Görüsüne de sahipti. Küçük kızın, annesi gibi ablasını küçümsemeye başlaması uzun sürmemişti.
 
Miyo on dokuz yaşına geldiğinde, iyi ailelerden gelen kızların genellikle evlendiği yaşa ulaşmıştı. Ama evde hizmetkârların bile kendisinden üstün sayılması yüzünden tek bir evlenme teklifi bile almamıştı. Dahası, ailesi ona hiç harçlık vermediği için beş parasızdı ve bu da evden ayrılmasını imkânsız kılıyordu.
 
“Çayınız.” Miyo, yeni demlediği çaydanlığı Kaya’nın tepsisine koydu. Üvey annesi homurdandı ama bir şey söylemedi.
 
Miyo, hayatının geri kalanını onların kölesi olarak geçireceğine inanıyordu.
 
Umudunu çoktan yitirmişti.
 
 
Anne, baba ve kız kardeş kahvaltılarını bitirdi. Miyo, hizmetkârlarla birlikte masayı topladıktan sonra ön basamakları süpürmek için dışarı çıktı. Üvey annesiyle kız kardeşinin sürekli şikâyet edecek bir şey aradığı ve ona ek işler yüklediği için evin içinde nadiren temizlik yapardı. Hizmetkârlar bunun farkındaydı ve muhtemelen ona acıdıkları için ona genellikle çamaşır ve dış işler düşerdi. Bu da üvey annesiyle kız kardeşinin evden çıkmadığı günlerde Miyo’ya az da olsa bir nefes alma imkânı tanırdı.
 
“Merhaba.”
 
Öğleye doğru, Miyo sessizce temizlik yaparken bir misafir geldi.
 
“Ah, merhaba, Kouji.” Miyo, kendisine nazikçe gülümseyen bu kişiye eğildi.
 
Hoş mizaçlı, yakışıklı yüzlü ve iyi dikilmiş üç parçalı bir takım elbise giyen bu adam, Yetenek sahibi bir başka seçkin ailenin ikinci oğlu Tatsuishi Kouji’ydi. Malikânesi yakında olduğu için hem Miyo’yu hem de Kaya’yı çocukluklarından beri tanıyordu. En önemlisi, Miyo’yu Saimori ailesinin meşru bir kızı olarak görüyor ve ona gerçek bir dostluk besliyordu.
 
“Güzel bir gün, değil mi? Oldukça sıcak.”
 
“Evet. Çamaşırlar çabuk kurur.” Böylesi küçük sohbetleri yapabileceği başka kimse yoktu.
 
Kouji, ailesi Miyo’ya bir hizmetçi gibi davranmaya başladığında onun durumunu düzeltmek için pek çok kez bir şeyler yapmaya çalışmıştı. Ancak sonunda ailesinin reisi olan babası onu sert bir şekilde uyarmış ve başka bir ailenin özel işlerine karışmasını yasaklamıştı. O günden sonra açıkça Miyo’nun tarafını tutamamış olsa da Miyo onu hâlâ bir müttefik olarak görüyordu.
 
“Bu arada, sana küçük bir şey getirdim,” dedi Kouji.
 
“…Bana tatlı mı getirdin?”
 
Güzel Japon kâğıdına sarılı bir kutu uzatmıştı.
 
“Elbette. Modaya uygun Batı pastalarından olmamasını umarım sorun etmezsin. Yolda ezildiklerini duydum.”
 
“Teşekkür ederim. Hizmetkârlarla paylaşırım.”
 
“Lütfen.”
 
Ancak o zaman Miyo’nun aklına bir şey geldi.
 
“Peki seni bugün buraya getiren nedir?”
 
Ziyaretlere genelde şık giyinse de o günkü kıyafeti her zamankinden daha resmiydi ve Batı tarzı giysiler giymesi çok nadirdi. Miyo’nun sorusu üzerine Kouji’nin yüzü bulutlandı; utançla bakışlarını kaçırdı.
 
“Şey… Babanla konuşmam gereken önemli bir konu var.”
 
Sözcükleri kekeliyordu. Sessiz bir yapıya sahip olsa da normalde bu kadar kaçamak davranmazdı. Şaşkınlıkla başını yana eğen Miyo, neler olduğunu merak etti ama Kouji sadece “Sonra görüşürüz,” deyip hızla eve girdi. Miyo, babasıyla ne konuşacağını merak ettiyse de bunun kendisini ilgilendirmediğini söyleyerek düşüncelerini bastırdı ve yeniden süpürgeye uzandı.
 
Saimori ailesinin en büyük kızıydı ve aile kütüğüne usulüne uygun şekilde kaydedilmişti. Ancak gerçekte, yeteneksiz, eğitimsiz ve sıradan görünümlü, fakir bir halk kızından farksızdı. Kendisiyle Kouji’nin artık bambaşka dünyalarda yaşadığını fark etti. Kalbi bir anda ağırlaştı. Dikkatini dağıtmak için süpürmeye odaklandı; ta ki bir hizmetkâr onu çağırmak için dışarı çıkana kadar.
 
“Baban seni görmek istiyor, hanımefendi.”
 
“Ha?”
 
“Hemen gelmeni söylüyor.”
 
“Ş-şimdi geliyorum…”
 
İçine kötü bir his çökmüştü. Ailesi için neredeyse bir hizmetçiden farksızken, babasının bir misafir varken özellikle onu çağırması mantıklı değildi. Olağandışı bir şey oluyordu ve bu onu korkutuyordu. Bacaklarının titremesini zor da olsa bastırarak kabul odasına gitti.
 
“Affedersiniz. Ben Miyo,” diye seslendi sürgülü kapının arkasından.
 
“Gir,” dedi babası sert bir sesle. Bu ton, kaygısını daha da artırdı; kapıya bastırdığı parmak uçları buz gibi olmuştu.
 
İçeride yalnızca babası ve Kouji değil, üvey annesiyle Kaya da vardı. Kötü bir haber alacağını hissetmesine rağmen korkusunu ifadesiz bir yüzün arkasına sakladı. Girişe yakın bir yere oturdu; üvey annesiyle üvey kız kardeşinden olabildiğince uzak durdu. Babası, ona dönüp bakmadan, mesafeli bir sesle konuya girdi.
 
“Ailenin geleceğiyle ilgili olarak evlilik meselesini görüşmek istiyorum. Miyo, senin de burada olmanı uygun gördüm.”
 
Evlilik mi? Bu kelimeyi duymak kalbinin yerinden fırlamasına neden oldu. Evliliğin hayatını değiştirebileceği düşüncesi onda korku ve endişe uyandırırken, aynı zamanda çok zayıf bir umudu da canlandırdı. Belki de daha iyi bir değişim olabilirdi. Ancak bir an sonra bu hayalleri kurduğu için kendini azarladı. Mucizeler olmazdı—en azından onun için. Babası yeniden güçlü sesiyle sessizliği bozdu.
 
“Kouji, aile adımızı sürdürmesi için ailemize evlat olarak alınacak. Bu nedenle ona destek olacak bir eşe ihtiyacı var. Kaya, onun gelini olacaksın.”
 
Elbette o olacaktı. Miyo bunu beklemeliydi ama yine de ayaklarının altındaki yer yarılmış gibi hissetti. Korku ya da belki de umutsuzluk her yanını sararken her şey bir anlığına karardı. Kaya’nın kendini beğenmiş ifadesini bile fark edemedi. Babasının, Tatsuishi ailesinin ikinci oğlu olan Kouji’yi evlat edinme planlarını biliyordu; belli ki bir noktada, farkında olmadan kalbine sinsi bir umut sızmıştı.
 
Güvendiği tek adamla evlenebileceği umudu. Saimori hanesinin hanımı olabileceği umudu. Kaya’nın evlenip gönderileceği ve onun gölgesinde yaşamaktan kurtulacağı umudu. Bir gün babasıyla, eskisi gibi özgürce konuşabileceği umudu.
 
Hepsi ne kadar da aptalcaydı. Kaderin onun lehine işlemediğini bilmeliydi.
 
“Miyo, Kudou ailesinin varisi Kudou Kiyoka ile nişanlanacaksın.”
 
Başını kaldıramadı bile. Bunun yerine, başı düşük, titrek bir sesle cevap verdi.
 
“Emriniz olur, Baba.”
 
“Ne var, Kudou ailesiyle evleneceğin için sevinmiyor musun?” diye ekledi Kaya, samimiyetsiz bir coşkuyla.
 
Kudou ailesi de Yetenek sahibiydi. Soylarının pek çoğu olağanüstü doğaüstü güçlerle kutsanmıştı ve sayısız, bazıları efsanevi boyutlara varan kahramanlıklarla ün kazanmışlardı. Toplumsal konumları, şöhretleri ve servetleri akranlarının çok üzerindeydi.
 
Öte yandan Kiyoka, kalpsizliğiyle tanınıyordu. Zengin ailelerden kendisine gelin olarak sunulan kızların hiçbiri, evliliklerinden sonra üç günden fazla dayanabilmiş ve evlerine kaçmadan duramamıştı. Miyo bunları hizmetkârların dedikodularından duymuştu. Eğer bu söylentiler doğruysa, adam gerçekten de korkunç olmalıydı.
 
Ve şimdi babası, onu bu adamla evlenmeye zorluyordu; muhtemelen bir daha bu eve adım atmasına izin vermeyecek şekilde. Miyo’nun eğitimi yoktu. Babası, bu düzenlemenin iyi gitme ihtimalinin olmadığını elbette biliyordu.
 
“Hiçbir meziyetin yokken sana bu kadar harika bir fırsat vermek gerçekten israf. Elbette reddetmek gibi bir kabalığı yapacak konumda da değilsin.”
 
Üvey annesi, nefret ettiği üvey kızından sonunda kurtulacak olmanın verdiği neşeyle keyiflenmişti.
 
“Evet, kabul etmekten başka seçeneğin yok. Eşyalarını topla; biter bitmez seni Bay Kudou’nun evine göndereceğiz.”
 
Miyo’nun yüzü bembeyaz kesildi; konuşamadı. Saimori evinden ayrılmayı eskiden iple çekmişti ama gideceği yer Kudou malikanesi olunca, bu yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibiydi. Aklında yalnızca iki olası son canlanıyordu: Ya bu acımasız adam onu kapıdan kovacaktı ya da onu kızdırıp olduğu yerde öldürecekti. Tek umudu, ailesinin yaptığı gibi ona değersiz bir hizmetçi muamelesi yapmasıydı.
 
Nadiren de olsa, bir nişanın resmileştirilmesinden önce, aday gelinin erkeğin evinde kalıp kuralları öğrenmesi ve uyumlu olup olmadıklarını görmesi gerekirdi. Kiyoka’nın zor bir damat olarak ünü düşünüldüğünde bu önlemler mantıklıydı; ama Miyo bunu, ailesinin ondan bir an önce kurtulmak istemesinin kanıtı olarak görüyordu. Dünyası karardı.
 
Karanlık düşünceler içinde kabul odasından çıktıktan sonra Kouji’nin adını çağırdığını duydu.
 
“Evet, Kouji?”
 
Ona döndü. Yüzünde daha önce hiç görmediği bir acı ve utanç vardı.
 
“Miyo, üzgünüm. Çok işe yaramazım. Senin için hiçbir şey yapamadım ve şimdi ne diyeceğimi bile bilmiyorum.”
 
“Özür dilemene gerek yok, Kouji. Bu kader. Bana gülmedi, hepsi bu.”
 
Havayı yumuşatmak için gülümsemeye çalıştı ama yüzü sanki donmuş gibiydi. Düşününce, en son ne zaman gülmüştü?
 
“Hayır, bunu kadere bağlayamazsın!”
 
“Aksine, sorun yok Kouji. Babamın kararına karşı değilim. Kim bilir—belki yeni hayatımda mutluluğu bile bulurum.”
 
Buna gerçekten inanmıyordu ama sanki kendini ikna etmek istercesine kararlılıkla söyledi.
 
“…Benden nefret ediyor musun şimdi?”
 
Kouji gözyaşlarının eşiğindeydi. Onun için savaşmadığı için öfkesini kendisine yöneltmesini istiyordu; bu, gözlerinden anlaşılıyordu. Ama Miyo şu an başkasının duygularıyla ilgilenecek hâlde değildi, bu yüzden konuşmayı kısa kesmeye karar verdi.
 
“Hayır, etmiyorum. Bu tür duygulardan uzun zaman önce uzaklaştım.”
 
“Özür dilerim. Gerçekten çok üzgünüm. Seni kurtarmak istedim, eskisi gibi birlikte gülebilmek için. Ben—”
 
“Kouji!”
 
Kaya, onların ardından odadan çıkarken adını bağırmıştı. Göz kamaştırıcı güzellikteki gülümsemesinin altında korkutucu derecede çarpık bir şey gizliydi.
 
“Ne konuşuyordunuz ikiniz?”
 
“…”
 
Gelecekteki kocası dudaklarını ısırdı, söyleyemediği sözleri yutarak.
 
“Ö-önemsiz bir şey.”
 
Kouji saygın bir aileden geliyordu, Yetenek sahibiydi ve yakışıklıydı; ama bir kusuru vardı. Başkalarını üzmekten fazlasıyla korkan bir korkaktı. Bir taraf seçmek Miyo’yu ya da Kaya’yı incitecekti, bu yüzden susmuştu. Kaya araya girmeden önce ne söylemeye hazırlandığını Miyo bilmiyordu; ama artık umursamıyordu. Yine de sonuçta bir işe yaramamış olsa bile, iyi kalpli Kouji’nin geçmişte ona pek çok kez yardım ettiği de bir gerçekti.
 
“Kouji.”
 
“E-evet…?”
 
“Her şey için teşekkür ederim.”
 
Söyleyebildiği tek şey buydu. Tamamen tükenmişti.
 
Kaya, ablasının derin bir şekilde eğilip arkasına bakmadan uzaklaşmasını izlerken büyüleyici bir gülümsemeyle gülümsedi.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

0   Önceki Bölüm