Yukarı Çık




2   Önceki Bölüm 

           
CİLT 1 BÖLÜM 1 KISIM 3: KARŞILAŞMAMIZ VE GÖZYAŞLARIM

 
Miyo her zamanki gibi erkenden uyandı. Yüzündeki yaşları silerek yataktan kalktı. Bir gün önce Kiyoka ona, “Sana verdiğim her emre uyacaksın. Git dersem gidersin. Öl dersem ölürsün,” demişti. Zaten büyürken hep aynı kurallara maruz kaldığı için bu sözler ona tuhaf gelmemiş, tereddüt etmeden kabul etmişti.
 
Çalışma odasından sükûnetini bozmadan ayrıldığında, Yurie’nin gözle görülür biçimde rahatladığını fark etmişti. Ardından Yurie onu yeni odasına götürmüştü. Oda yalnızca en temel eşyalarla döşeliydi: bir futon, bir yazı masası, bir şifonyer ve bir saat. Oldukça sade olmasına rağmen, Miyo’nun daha önce kaldığı hizmetçi odasından çok daha genişti. Üstelik futon da şaşırtıcı derecede rahattı ve kalitesi çok daha iyiydi.
 
Açacak neredeyse hiç eşyası yoktu. Kıyafetlerini çekmecelere yerleştirmiş, akşam yemeği için özür dilemiş ve doğruca uyumuştu. O gün onun için bundan ibaretti.
 
Rahat futon sayesinde olsa gerek, dinlenmiş ve zinde bir şekilde uyandıktan sonra odasında başını hafifçe yana eğerek durdu.
 
Şimdi ne yapmalıyım…?Her zamanki gibi gün doğmadan kalkmıştı ama Kudou ailesinin reisi Kiyoka ile evlendikten sonra buna gerek kalmayacaktı. Üvey annesi asla bu kadar erken kalkmazdı. Miyo artık sıradan biri gibi değil, saygın bir soylunun eşi olarak yaşayacaktı; böyle kadınlar da yemek pişirmez, temizlik yapmazdı.
 
Ama… başka hiçbir becerim yok.
 
Üvey annesi dersleri kestirip atana kadar çiçek düzenleme, çay seremonisi, geleneksel dans ve koto dersleri almıştı; ama bu çok uzun zaman önceydi. Hatırlayabildiği kadarı da ancak göstermelik bir işe yarardı. Neredeyse hiç eğitim almamış bir kızın Kiyoka Kudou’nun eşi olabilmesi ihtimali yok denecek kadar azdı.
 
Yine de odasında oturup hiçbir şey yapmadan duramazdı. En sonunda kahvaltıya yardım etmeye karar verdi. Kiyoka’nın nişanlısının mutfağa girmesi yadırganabilirdi ama buradaki varlığı zaten başlı başına uyumsuzdu. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, şık giysiler içinde oturup hoş tebessümler dağıtan tipik bir soylu hanımefendi gibi davranamazdı. Nasıl olsa reddedilecekse, en azından o zamana kadar elinden geleni yapmalıydı.
 
Ayrıca Yurie’ye de yardım etmek istiyordu. Yurie evde kalan bir hizmetçi değildi; yaşına rağmen her gün gelip efendisi uyanmadan önce kahvaltıyı hazırlıyordu. Bu onun için çok yorucu olmalıydı. Miyo bu yükü biraz olsun hafifletebilirse, Yurie’nin hayatı az da olsa kolaylaşırdı. Yaptığı uygunsuzluk tepki toplarsa, bunu mazur gösterecek bir gerekçesi olur diye umuyordu.
 
Kilerde ihtiyacım olan her şey var. Pirinç pişiririm, miso çorbası yaparım… Kurutulmuş balık da var, onu ızgara yapabilirim. Sonra garnitürler için hangi sebzeleri kullanacağımı düşünürüm…
 
Dolapları kontrol ederken kafasında bir liste yaptı. Üstelik bu orman içindeki evin kendi su kaynağı bile vardı. Miyo ocağı yaktı ve yemek hazırlamaya başladı.
 
Ailesi bir aşçı çalıştırmasına rağmen, Miyo mutfakta oldukça becerikliydi. Kendi yemeğini yapmayı öğrenmeseydi aç kalırdı. Ne hizmetçi sayılıyordu ne de ailenin gerçek bir üyesi; bu yüzden babası, üvey annesi ve üvey kız kardeşinin yediği zengin sofralardan ya da hizmetkârlara ayrılan yemeklerden bile pay alamazdı. Ancak mutfakta kalan artıkları kullanarak kendine bir şeyler hazırlayabilirdi. Eğer aşçı o gün herkese yetecek kadar yemek hazırladıktan sonra hiçbir şey artmazsa, Miyo aç kalırdı.
 
Kahvaltı hazırlıkları iyice ilerlemişken mutfağın sürgülü kapısı yavaşça açıldı ve Yurie içeri baktı.
 
“…Hanımefendi?”
 
“Günaydın, Yurie. Ah… Sizden izin almadan mutfağı kullandığım için özür dilerim.”
 
“Günaydın, Bayan Saimori. Özür dilemenize gerek yok. Siz genç efendinin nişanlısısınız, dilediğinizi yapabilirsiniz.”
 
Yurie neşeyle gülümsedi, elini sallayarak Miyo’nun endişesini geçiştirdi. Ona kızmak bir yana, Miyo’yu mutfakta çalıştırmak zorunda bırakmış olmaktan mahcup görünüyordu.
 
Belki de bunu yapmamalıydım…
 
Yardım etme isteğiyle yaşlı kadını utandırmış gibiydi. Miyo başını öne eğdi, ama Yurie sırtına nazikçe sıcak bir el koyunca şaşkınlıkla tekrar baktı.
 
“Gördüğünüz gibi hanımefendi, ben buruşuk bir ihtiyarım. Yardımınız için gerçekten minnettarım.”
 
“Ö-önemli değil…”
 
Küçük yaşlı kadının içten gülümsemesi onu o kadar duygulandırdı ki, sözleri boğazında düğümlendi.
 
“Genç efendi bir süre daha kalkmaz. İsterseniz ben diğer işlerimle ilgileneyim, burayı siz bitirir misiniz?”
 
“Elbette, sizin için uygunsa.”
 
Yurie, Miyo’nun cevabından memnuniyetle başını salladı. Önlüğünü takıp aceleyle mutfaktan çıktı. Miyo hâlâ biraz mahzundu ama kendisine bırakılan işe odaklandı. Yurie ara sıra gelip kontrol etti ve Kiyoka’nın ne zaman kalkacağını haber verdi. Miyo hazırladığı yemekleri kaselere ve tabaklara yerleştirdi: buharlı beyaz pirinç, wakame yosunu ve kızarmış tofu içeren miso çorbası, önceden hazırladığı için baharatını iyice çekmiş haşlanmış sebzeler, mis gibi kokan taze ızgara kurutulmuş uskumru, son olarak da dashiyle haşlanmış ıspanak ve turşu. Profesyonel bir aşçınınki kadar olmasa da, ortaya çıkan sofrayla gurur duyuyordu.
 
Yurie ile birlikte kahvaltı tepsisini alıp oturma odasına gittiler. Kiyoka oradaydı; bağdaş kurmuş, gazete okuyordu. Onu askerî üniformasıyla ilk kez görüyordu. Gömleğinin üst düğmeleri gevşekçe açık hâliyle son derece yakışıklı duruyordu.
 
Yurie bu evde yemeklerin ayaklı tepsilerle servis edildiğini söylemişti, bu yüzden yemek masası kaldırılmıştı. Miyo odanın bir köşesinde duran ahşap sandalyeleri fark etti.
 
“Günaydın, genç efendi. Kahvaltı hazır.”
 
“Günaydın. Yurie, başkalarının yanında bana öyle hitap etme.”
 
Somurturken bile Kiyoka göz alıcıydı. O kadar ki, Miyo’nun bakışlarını kaçırması gerekti.
 
“Genç efendi, bu sabah kahvaltınızı Bayan Saimori hazırladı.”
 
Bunun üzerine Kiyoka sanki Miyo’nun da odada olduğunu o an fark etti. Gazetesini katlayıp daralmış gözlerle ona baktı. Görmezden gelinmeye o kadar alışkındı ki fark edilmemiş olsa mutlu bile olabilirdi. Bu ani bakışlar onu huzursuz etti.
 
“…Öyle mi?”
 
“Evet. Üstelik o kadar ustacaydı ki, ben de her şeyi ona bıraktım.”
 
Miyo öfkeyle bağırmasını bekledi; gelecekteki eşinin böyle işlerle ellerini kirletmemesi gerektiğini söylemesini. Ama Kiyoka’nın aklındaki endişe bambaşkaydı.
 
“Şuraya otur,” dedi; bakışları sesi kadar soğuktu.
 
Az önce önüne koyduğu kahvaltı tepsisinin karşısına oturdu.
 
Kiyoka yemek çubuklarına uzanmıyordu. “Önce sen tat.”
 
“Ş-şey… Pardon?”
 
Ev reisi dururken yemeğe başlaması mümkün değildi. Ailesi ona her zaman üstlerin önce yediğini öğretmişti. Yurie’nin ısrarıyla kendi tepsisini de getirmişti ama birlikte kahvaltı edeceklerini hiç düşünmemişti. Buna hakkı olduğunu sanmıyordu.
 
Miyo’nun yemeye yeltenmediğini görünce Kiyoka’nın yüzü daha da sertleşti.
 
“Yemeyecek misin?”
 
Sesindeki derin homurtu onu ürpertti; Kiyoka bunu hemen yanlış yorumladı.
 
“Ben, şey…”
 
“Hmph. Zehirledin, değil mi? Çok belli.”
 
“Ne…?”
 
“Zehir mi?!”
 
Kiyoka, Yurie’nin haykırışını duymazdan geldi. Ayağa kalktı.
 
“Kurcalanmış olabilecek bir yemeği yemem. Kaldır bunu. Bir dahaki sefere daha çok çabalarsın.”
 
Bunu söyledikten sonra odadan çıktı. Şaşkına dönen Yurie de peşinden gitti, Miyo’yu yalnız bırakarak. Kiyoka’nın onu hayatına kastetmeye çalışmakla suçladığını idrak ettiğinde benzi bembeyaz kesildi. Güvenmediği birinin hazırladığı yemeği yemeyecekti… O an babasının da her zaman temkinli olduğunu hatırladı. Güç sahibi olmak, sürekli suikast tehdidiyle yaşamak demekti. Kiyoka da defalarca hedef alınmış olmalıydı; yüksek mevkililer en çok zehirden korkardı.
 
Nasıl bu kadar düşüncesiz olabildim?
 
Daha yeni gelmişti ve Yurie’den mutfağı kendisine bırakmasını istemişti. Soylu bir ailenin genç hanımının gönüllü olarak yemek yapması ve bunu iyi becermesi herkes için şüpheli olurdu. Miyo bunu fark edememişti; çünkü sokağa atılmamak için kendini çaresizce işe yarar göstermeye çalışıyordu. Daha ilk günden büyük bir hata yapmıştı. Keşke yerinde kalsaydı. En azından onu oracıkta kılıçtan geçirmemiş olmasına şükretti.
 
Titreyen eliyle yemek çubuklarını aldı ve artık biraz soğumuş olan pirinçten bir lokma yedi. Soğuk yemeği tek başına yemek ona yabancı değildi, ama bu kez sanki taş çiğniyormuş gibi ağır geliyordu.
 
***

 
İmparatorluk Ordusu bünyesindeki Özel Doğaüstü Varlıklarla Mücadele Birliği, doğaüstü vakalarla ilgilenmek üzere kurulmuş seçkin bir timdi. Birliğin tüm mensupları Ruh Görüsü’ne sahipti; çoğu ayrıca başka paranormal yetenekler de taşıyordu. Ancak bu tür doğaüstü güçler son derece nadirdi ve bu “Yeteneğe” sahip olanların neredeyse tamamı soylu ailelerden geliyordu. Ne var ki aristokratların çok azı askerlikte hayatını riske atmak istediğinden, Özel Doğaüstü Varlıklarla Mücadele Birliği’ne katılanlar genellikle sıra dışı kişiler olurdu. Üstelik görev alanı oldukça dar olduğu için birlik hem kronik olarak personel sıkıntısı çekiyor hem de pek tanınmıyordu.
 
Birliğin komutanı olan Kiyoka Kudou ise şu sıralar evrak işlerine gömülmüş durumdaydı. Bu birimde liderliğe yükselebilmek için olağanüstü bir yetkinlik göstermek gerekse de, işin büyük kısmı masa başında yürütülüyordu; bu yüzden görevlerin bizzat içinde yer alması nadirdi. Elbette özellikle zor vakalarda ya da doğrudan müdahalesinin gerekli görüldüğü durumlarda sahaya iner, zaman zaman da üstlerinden özel olarak çağrılırdı. Yine de şu an için önceliği biriken belgeleri bitirmekti.
 
Ancak bugün, alışılmadık biçimde dikkatini toplayamıyordu. Sebebini biliyordu: sabah yaşananlar aklından çıkmıyordu. Ne yaparsa yapsın, düşüncelerini ondan uzaklaştıramıyordu.
 
“Kurcalanmış olabilecek bir yemeği yemem.”
 
Bu sözleri söyledikten sonra yeni gelen kızı kendi hâline bırakmış, hazırlanmak üzere odasına dönmüştü. Yurie ise onu sitem dolu bir ifadeyle takip etmişti.
 
“Bir hanımefendiye böyle hitap edilmez. Bayan Saimori o kahvaltıyı sizin için elinden gelenin en iyisini yaparak hazırladı. Ben insan sarrafıyımdır; o kız zehirleyecek tiplerden değil!”
 
Annesi yerine kendisini büyüten Yurie’ye karşı çıkmak Kiyoka için her zaman zordu, ama bu kez geri adım atmamaya kararlıydı. Henüz yeni tanıdığı ve güvenini kazanmamış birinin hazırladığı yemeği yemeyecekti. Bu gerekli bir tedbirdi. Özellikle de Saimori ailesinden biri söz konusuyken. Rütbe ve konum açısından ailesine bu kadar yakın olmaları, sosyal statüsünü ele geçirmek için suikast planlıyor olabilecekleri ihtimalini doğuruyordu. Temkinli olması gayet mantıklıydı. Ama madem davranışı bu kadar akılcıydı, Yurie onu azarlamadan önce bile neden içinde bir huzursuzluk hissetmişti?
 
“Genç efendi, size bir şey söyleyebilir miyim?”
“Söyle.”
 
Yurie, Miyo Saimori’nin önceki tüm gelin adaylarından bir şekilde farklı olduğunu ısrarla dile getirdi. Kiyoka bugüne kadar, birkaç düzineyi bulan sayıda evlilik teklifi almıştı. Ancak bu kadınların hiçbiri ona uygun çıkmamıştı. Bazıları mütevazı evini görür görmez burun kıvırıp dönüp gitmişti. Bazıları, onun mevkiindeki bir adamın böyle sefil bir kulübede yaşamasının saçma olduğunu öfkeyle dile getirmişti. Kimileri Kiyoka’nın yüzüne karşı tatlı davranırken arkasından Yurie’yi ezip geçmiş, kimileri de sürekli şikâyet etmiş; yemeği beğenmemiş, kendilerine başka bir oda istemiş, durmadan yakınmıştı.
 
Kiyoka, yaşadığı yerin en hafif tabirle alışılmadık olduğunun farkındaydı. Ama evlenmeyi düşünecekleri adamı anlamaya çalışmak yerine onu baştan aşağı eleştiren kadınlardan bıkmıştı. Gururlu bir adamdı ve kendi öneminin de bilincindeydi—bunu inkâr etmezdi. Yine de kendini beğenmiş ya da buyurgan olduğunu düşünmüyordu; dolayısıyla başkalarında da bu özelliklere tahammül edemezdi. Onun için asıl kırılma noktası hep bu olmuştu.
 
“Ben onu sevdim,” dedi Yurie. “Düşünceli ve yardımsever. Öncekilerin hiçbirine benzemiyor.”
 
“…Hmph.”
 
Oturma odasından çıkarken Miyo’ya şöyle bir bakmıştı. Yüzü ifadesizdi ama nedense ağlamak üzereymiş izlenimi bırakmıştı. Yurie böyle söyleyince, Miyo’nun gerçekten de diğer taliplerinden farklı olduğu düşüncesi aklına takıldı.
 
İşe gitmek üzere evden çıkarken, Miyo’yu giriş kapısında beklerken buldu; tıpkı az önce olduğu gibi ifadesizdi.
 
“İyi günler.”
 
Başını mekanik bir şekilde eğdi; bu kez hâlinde gözyaşına dair bir şey yoktu. “Sonra görüşürüz.”
 
Başını bu kadar derin eğmiş hâliyle bir hizmetçiyi andırıyordu. Bu kız nasıl bir ortamda yetişmişti? Onun statüsündeki birinin normalde bu denli alçakgönüllü davranmaması gerekirdi.
 
Evraklarını gözden geçirirken, hakkında karar vermek için henüz çok erken, diye düşündü. Onu uzun süre yanında tutmayı planlamıyordu; ama tuhaf biri olsa da şimdilik ondan hoşnutsuz değildi. Ayrıca bu evlilik teklifinin, geri çevrilemeyecek kadar cazip görünmesi de vardı.
 
Ne oluyor bana—çalışırken bir kızı düşünür hâle mi geldim? Keskinliğimi kaybediyorum.Derin bir iç çekti ve kendini önündeki belgelere vermeye zorladı.


Çeviri ve edit: yueliang

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

2   Önceki Bölüm